Güneşin doğuşu yakındır…
Öğrencilere eğitim hizmeti sunarken, pandemi nedeni ile Türkiye eğitim tarihimiz boyunca ilk defa farklı bir yöntemi denemiş olduk. Diğer dünya ülkelerinin yaşadığının bir benzerini bizler de yaşadık ama sağlıkta olduğu gibi eğitim alanında da farklılığımızı ve kalitemizi ortaya koyduk. Tüm tecrübesizliğimiz, hazırlıksız yakalanışımız ve kalabalık eğitim nüfusumuza rağmen büyük bir performansla üstün bir başarı sergileyip Uzaktan Eğitim yöntemini uygulamaya soktuk. Bilimsel, akademik ve performans ölçütlü iyi bir analiz yapılırsa, gerek süreç, gerek sonuçlar açısından çok başarılı olduğumuz ve istenileni büyük ölçüde elde ettiğimiz görülür. Uzaktan eğitim yöntemiyle de olsa, elde edilen bu büyük başarının en büyük kahramanı öğretmenlerdir.
Üzücü
şeyler de yaşandı. Bazı kesimler tarafından inceden inceye işlenerek
profesyonelce algı oluşturulmaya çalışılıp Uzaktan Eğitimin, yüz yüze eğitime
bir alternatif yöntemi olarak
seçildiği topluma aşılanmaya çalışıldı. İlerleyen süreçte kalıcı bir şekilde
Uzaktan Eğitim ile devam edileceği ve bu yöntem aracılığı ile MEB’in ve
Devletin diğer başka bakanlıkların gerek ekonomik, gerek başka alanlarda iş
yükünü hafifletici bir unsur olarak gördüğü tezi ileri sürüldü. Uzaktan Eğitim
yöntemimizin diğer dünya ülkeleri tarafından ağzı açık bir şekilde hayranlıkla
izlendiğini ısrarla görmezden geldiler.
Ama
yanıldılar… Çünkü; Bilim Kurulu’nun tavsiye kararı, Milli Eğitim Bakanı Ziya
Selçuk’un teklifi ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın onayı ile 12 Ekim’de birçok
kademede yüz yüze eğitime geçildi. Böylece algı oluşturmaya çalışanların da
tezleri çürümüş oldu.
Uzaktan
Eğitim, evet, büyük bir boşluğu doldurdu; ilerleyen zamanlarda da dolduracaktır.
Ama hiçbir zaman, asla yüz yüze eğitimin yerini alamaz. Uzaktan Eğitimde de
ilerlememiz, yüz yüze eğitimde de ilerlememiz gereken noktalar var. Çok
çalışmamız gerektiğini biliyoruz. Gücümüzün de, eksikliklerimizin de,
yaptıklarımızın da yapacaklarımızın da farkında ve bilincindeyiz.
Demin
bahsettiğim algıyı oluşturanlar, bugünlerde yeni bir algı peşindeler; “Okullar
neden açılıyor, yüz yüze eğitime neden geçiliyor? Pandemi gölgesinde
çocuklarımızı nasıl okula göndereceğiz? MEB bu kararı neden verdi? Bu karardan vazgeçmeli”
diye her ortamda karalama kampanyaları yapıyorlar. Oysaki karalamaya
çalıştıkları şey; çocuklarımızın geleceği, kaderi, hayatları olduğunu
unutuyorlar!
Bu
algıyı oluşturanlar her ülke de olmalı ki, Polonya Eğitim Bakanı Dariusz
Piontkowski “Her çocuk, genç, sokağa ya da dükkana çıkıyor ve oralar da enfekte
olabilir. Okul yılının başlangıcını erteleme gereği görmüyorum” şeklinde bir açıklama
yapmış. Uluslararası basına baktığınızda benzer açıklamaları birçok ülkenin
devlet yetkililerinden görebilirsiniz. Her ülkenin iyi
insanları/siyasetçileri/basını/bürokrasisi olduğu gibi kötü olanları da var
demek ki…
Eğitim
sistemimiz, okullar, MEB olarak eksikliklerimiz yok mu; elbette ki var.
Olmalıdır da… “Mükemmel oldum” dediğiniz an, artık inişe geçtiğinizin ve tıpkı
Osmanlı Devleti’nin çöküşü gibi yok olmaya ve yenilmeye doğru ilerlediğinizin başlangıcı
olur. Her yaptığımız iyi bir şeyin üzerine, yeni daha güzel şeyler
ekleyebilmek, var olanı sürekli daha ileriye taşıyabilmek adına
eksikliklerimizin ortaya çıkması ya da eksikliklerimizin bize dostane
söylenmesi olumlu bir şey. Eksiklikleri tespit etmekte yaklaşım biçimi nedir, orası
önemli… Eleştirenler; üzüm yemek derdiyle mi, bağcıyı dövmek niyetiyle mi eksikliklere
dikkat çekiyor? Hangi niyetle eleştiri yapıldığına bakmak, eleştiriyi de
eleştireni de ciddiye alıp almamakta mihenk noktamız olmalı.
Nasıl
ki geçmişte algı oluşturmaya çalışıp MEB’i ve MEB’e ait kurumları yıpratmaya
çalışan bazı kesimler/kişiler gün geldiğinde pişmanlığını dile getirdiyseler,
şu an günümüzde de benzer şekilde algı oluşturmaya, karalama kampanyası
başlatmaya, yıpratmaya çalışan kişiler/kesimler gün gelecektir pişman
olacaklardır.
Güneşin
doğuşu yakındır. Kazanan çocuklarımız, eğitim sistemimiz, geleceğimiz ve
ülkemiz olacaktır inşallah.