Gündeme dair…
Gündeme şöyle kabaca göz gezdiriyorum... Türkiye’nin gündemi her zamanki gibi yoğun. Her dakikamız bir olay, her dakikamız bir heyecan. İç ve dış gelişmeler sürekli olarak ülke gündemini işgal ediyor. Siyaset, ekonomi, dış politika... Bilhassa bu üç alan oldukça yoğun gelişmelere sahne oluyor sürekli.
Marketlerde, çarşıda, pazarda fiyatlar el yakıyor. Pek çok ürüne keyfi ya da gayrı ihtiyari büyük zamlar gelmiş durumda. Markete giriyorsunuz, üç beş parça bir şey alacaksınız 100 TL’lik bir ödeme ile dahi kurtulamıyorsunuz. Aldığınız ürünler de temel ihtiyaç maddeleri. Öyle pirzola, pastırma, sucuk değil... Sayın Cumhurbaşkanı talimat verdi, bu aşırı fiyat artışları kontrol altına alınacak. Bakalım devletin ilgili denetim kurumları bu işi yerel plana indirebilecek mi? Mesela bizim mahalledeki marketlerde fiyatlar eski haline dönebilecek mi? Zaten önemli olan da bu. Bu yapılamazsa merkezden çalınan hiçbir düdüğün kıymeti yok. İlçelerde, beldelerde, belediyeler, kaymakamlıklar çok sıkı çalışmalı. Vatandaş fiyatların denetlendiğini yakinen hissetmeli. Yoksa yukarıdan verilen talimatın hiçbir kıymeti yok.
Türkiye’nin bir başka önemli gündemi ise Boğaziçi Üniversitesindeki gerginlikler. Burada neden durduk yere gerginlik çıkarıldı? Mesela orada okuyan öğrencilerin herhangi bir hakkı mı yendi? Haksız yere bir öğretim üyesine ceza mı verildi? Kim mağdur oldu? İhaleye fesat mı karıştırıldı? Orada rahatsızlık duyulan şey nedir? Anlaşılan o ki bunların hiçbiriyle oradaki olayların bir ilgisi yok. Sn. Cumhurbaşkanı oraya bir rektör atadı, atar atamaz kıyamet koptu. Boğaziçi’ni işgal etmiş oligarşik yapı kazan kaldırdı! Sebep? Rektörün kendilerinden olmaması. Yani Boğaziçi oligarşisinden birisinin rektör olarak atanmaması. Belli ki içeriden bazı öğretim üyeleri de bu protestoları körüklüyorlar. Ama yanlış yapıyorlar. Üniversiteler hiçbir kliğin tapulu malı olmamalı. Olursa bu durum çoğulculukla bağdaşmaz. Üniversitede her renkten insan olmalı. Üstelik rektörlük makamı idari bir görevdir. Bir devlet üniversitesinin başına Cumhurbaşkanı tarafından oradaki bürokrasiyi yönetecek bir rektör atanmasından daha doğal ne olabilir?
Ülkenin üçüncü gündem maddesi ise sivil anayasa konusu. Türkiye hali hazırda darbe ürünü bir anayasa ile yönetiliyor. 60 ihtilalinden kalan kurumlar ve 80 ihtilalinden sonra oluşan anayasal yapı, Türkiye’nin geleceğe umutla bakmasının önünde büyük bir engel. 60 anayasası ile siyasete ayak bağı olarak kurulan bütün kurumlar revize edilmediği ya da kaldırılmadığı müddetçe ne bu ülke, ne de bu devlet felaha kavuşamaz. YÖK, Anayasa Mahkemesi, Bazı Üst Kurullar millete ve siyasetçiye ayak bağı olan başlıca kurumlardır. Bu kurumlara çeki düzen verilmesi gerekiyor. Ayrıca darbe ürünü ve çoğulculuğu kısıtlayan 80 anayasası da acilen sivil, demokratik bir hüviyete kavuşturulmalı. Gerekirse anayasa baştan sona çağın şartlarına göre yenilenmelidir. Mesela din, vicdan, ifade, kılık kıyafet hürriyeti gibi konular yeni anayasa ile garanti altına alınmalı. Türkçe eğitim konusu anayasada yeniden düzenlenmeli, kolejler ve azınlık okulları da dahil bütün ilk, orta ve yükseköğrenim kurumlarında eğitim dili sadece Türkçe olmalıdır. İngilizce, Fransızca vb. dillerde eğitim veren bütün öğretim kurumlarına Türkçe eğitim şartı getirilmelidir. Yabancı dil eğitimi için ise lise ve üniversitelerde mecburi dersler konularak dilde millileşmenin önü açılmalıdır. Milli eğitimdeki Amerikan-İngiliz nüfuzu kırılmadan Türkiye felaha kavuşamaz.
Ülkede bir diğer önemli gündem başlığı ise korona ile mücadele. Koronayla mücadelede pek çok noktada yanlışlıklar yapılıyor. Tatil beldelerinde insanlar ölçüsüzce, maske, mesafe ve hijyen kurallarına riayet etmeden güzel güzel göbek atıp eğlenirken, şehirlerde 65 yaş üstü insanlar adeta eve mahkum ediliyor. 65 yaş üstü insanımız evlerinde bunalıma girmek üzereler. Bu işe bir çare bulunmalıdır. Öte yandan kronik hastalığı olan ve 10 yaşın altında çocuğu olan çalışanlara evden çalışma yolu açılırken engelli personel her gün işe gelmek zorunda. Bu olacak şey değil. Engellinin suçu ne ki siz her gün engelliyi iş yerine gelmek zorunda bırakıyorsunuz. Engelli insanlarla sağlam insanları neden böyle bir dönemde eşitlemeye kalkıyorsunuz. Anlaşılır gibi değil. Yine büyükşehirlerde toplu taşımada insan yoğunluğunun seyreltilememesi, doğru planlanamaması insanların daha fazla enfekte olmasının önünü açıyor. Bu kararları alanlar şöyle makam araçlarından bir iniverseler de özellikle İstanbul’da sabah ve akşam saatlerinde minibüse, otobüse veya metrobüse bir defa dahi olsa bir biniverseler!
Sivil anayasa, Boğaziçi, ekonomi, korona... Öyle gözüküyor ki bir süre daha bu konuları tartışmaya devam edeceğiz.