Gündem ve beklenti
Hakikatin üstünü örttüğümüzden beri bize her gösterileni hakikat olarak kabul eder olduk. Mensubu olduğumuz dinin hakikat kaynağı Kur’an-ı Kerim duvarımızın süsü olduğu gün hakikati idrak yetme yetimizi yitirdik. Şimdilerde ise hayatımızdan tamamen çıkarttık. Sunî gündemlerin telaşında sanallığın ‘like’larında boğuluyoruz. Bir maraton koşucusu misali ölüme koşuyoruz hayat maratonunda. İpi göğüslediğimizde kazandığımızı düşünerek sevineceğimiz anda kaybettiğimizin farkına varacağız. Ancak o zaman da o yolun geri dönüşü artık olmayacak.
Kendi
hakikatimiz ile iştigal olup kendi gündemimizi belirleyemediğimiz müddetçe bize
dayatılan gündemlerin takipçisi olmaya devam edeceğiz. Sunî gündemlerle meşgul
oldukça da hakikati her arayışımızda meşgul çalacak. Çözüm için gerekli
adımları atmak yerine bize dayatılan gündemlerle iştigal olunca can
sıkıntısından kurtulduğumuzu düşünerek günü kurtarmış olmanın anlık hazzıyla
başımızı yastığa rahat koyarak uyuyunca huzura erdiğimizi düşünüyoruz. Ancak
sabah yeni bir gündemle güne uyanıyoruz.
Gündemleri
hayatımızda yıllık, mevsimlik, aylık, haftalık, günlük hatta saatlik olarak
planlıyorlar ve biz de bu gündemlerle oyalanıp ömrümüzü tamamlıyoruz. Bundan
dört yıl önce pandemi diye yıllık bir gündemle bizleri oyaladılar. Orman
yangınları ise mevsimlik gündem olarak her yıl hayatımızda yer aldı. Günlük ve
saatlik gündemlerimizi ise sosyal medya platformları belirliyor bugünlerde. Bu
aralar da içinde bulunduğumuz Eylül ayı itibariyle eğitim öğretim gündemiyle
aylık bir gündemin telaşındayız.
Hepimizin malumu
ilk ders zili çaldı ve eğitim öğretimin yeni yılına başlamış olduk. Şimdi yeni
gündemlerle meşgul oluyoruz. Kırtasiye alışverişi, servis kayıtları, Bakanlık
her ne kadar yasaklamış olsa da kaynak kitap arayışları, özel okulların yemek,
servis ve kitap ücreti tartışmaları, etüt ve sınav merkezleri polemiği,
bazıları için özel ders öğretmeni bulma telaşı, derken liste uzayıp gidiyor ve
Eylül ayının gündemi olarak takvimdeki yerini alıyor. Üniversiteyi kazananların
beslenme, barınma, yurt, ev sorunları da listenin başka bir maddesi olarak
kenarda şimdilik dursun. Sadece eğitim öğretim ile ilgili bize dayatılan
gündemlerden bazıları bunlar. Bir de haber kanallarının, televizyon
programlarının, sosyal medya platformlarının gündemleri de işin cabası...
Mesele böyle olunca insan kendi gündemine gelmeye bir türlü fırsat bulamıyor.
Bu kadar yaşanmışlığın yanında insan olduğunu unutuyor insan. Kendine dönüp
bakmaya fırsatı olmuyor. Kendi gündeminden uzaklaştıkça da kendisine dayatılanı
gündeme ram oluyor.
Devlet okulunda
idarecilik yapan biri olarak bu sene başında öğretmen arkadaşlarımla yaptığım
bir toplantıda aynaya bakmalarını ve önce insan sonra da bir öğretmen
olduklarını hatırlamalarını istedim. Bu teklifim ilkin garip karşılanmış olsa
da sonra anlaşıldığını düşünüyorum. Evet, insan olduğunu hatırlamak ve yaptığın
işin hakikatine vakıf olmak! Her meslek grubu bu söylemi kendisi için de
kullanabilir. Önce insan, sonra doktor, hâkim, usta, velhasıl hangi işi yapıyorsa
o işin erbabı olduğunu hatırlamak! Belki o zaman yaptığımız işten dolayı
sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirebilmiş olacağız.
Çevremdeki
öğretmenlerle karşılaştığım zaman onlara dua ederek “Rabbim, çocuklarınıza sizin gibi öğretmenler nasip etsin.” derim.
Genellikle bu sözümü dua olarak kabul edenler olsa da bazıları ise maalesef
beddua ettiğimi düşünür. Beddua olarak algılayanların aynaya daha uzun ve derin
bakmasını ümit ederim. Ki aynaya bakmaya cesaret edebilirsek bize ne olduğumuzu
ziyadesiyle söyleyecektir. Bu duayı aslında sadece öğretmenler için söylemiyorum.
Diğer meslek grupları için de söylüyorum: “Rabbim,
sizlerin ve sevdiklerinizin karşısına sizin gibi insanlar çıkarsın.”
Unutmayalım ki;
iyilik de kötülük de bumerang gibidir. Döner dolaşır ve nihayetinde bulur
sahibini. “Ne ekersen onu biçersin.”
diye boşuna dememiş atalarımız. Lakin bildiklerimizi kendimize söyleyecek kadar
cesaretimiz kalmadıysa hiçbir söz tesir etmez yanlışlarımıza ve yanılışlarımıza.