Gündem suriye
Bir yüzyıl öncesine kadar Osmanlı'nın vilayeti olan birçok arap ülkelerinden birisi de Suriye. Ortadoğu denilen coğrafyada birçok ülkeler gibi Suriye de ihmali mümkün olmayan bir ülke. Çünkü, mezhepsel, etnik, ekonomik vb. bir çok açılardan üstüste çakışmış ilişkiler ve çıkarlar ağının ve çatışmasının ortasında bulunuyor. Yönetim, hiçbir tarih ve geleneğe dayanmadığından, modern devletlerin homojenleştirme ve hegemonya reflekslerinden besleniyor. Aslına bakılırsa Suriye için bir devlet demekten ziyade, bir azınlığın hegemonyasına dayanan istihbarat rejimi demek daha doğru olacaktır.
Suriye'de olup bitenlere birkaç zaviyeden bakmak gerekiyor. Birincisi, müslüman bir ülke olarak Suriye insanları büyük oranda toplu katliama uğruyorlar. Geçmişten bu yana Nusayri bürokratik despotların hegemonyası altında devam eden bu katliamlar, Suriye'de başta Hama olmak üzere bir çok kenti hafızalarımıza yerleştirmiştir. Bu durum, acilen Suriye'e bir müdahaleyi gerekli kılıyor. Fakat hayati soru şu: Bunu kim yapacak? Bu, aslında çok acı ve kana dokunan bir soru. Müslümanların zulme uğrayan kendi kardeşlerine karşı irade sahibi politikalar geliştirememeleri gerçekten acı. Bu sebeple de gözler direkt Batı dünyası ve Amerika'ya doğru çevrilmiş durumda.
Türkiye, uzun zamandan beri Suriye'te müdahaleyi resmi ağızla dile getiriyor. İşin gerçeği, kendi başına bir risk alarak müdahale şansı çok az. Çünkü, bunun uzun vadede nasıl sonuçlar doğuracağı belli değil. Türkiye'nin böyle bir müdahalenin ardından düşeceği kötü pozisyon, bölgede daha önce kazandığı pozitif imajları silebilir ve daha da önemlisi, bir tarih ve geleneğe sahip olarak Türkiye'nin güç kaybetmesi ve elinin geriletilmesi daha da kötü sonuçlar doğurabilir. Bu sebepten olsa gerek, Dışişleri olanca gücüyle Amerika'yı beraberce böyle bir müdahale için işbirliğine çağırıyor. Amerika ise, daha önce bölgede yaşadığı tecrübelerin de bir sonucu olarak buna henüz istekli görünmüyor; biraz da seçimden sonrasına kadar bir oyalanma taktiği var gibi. Suriye özellikle Rusya ve İran'ın da dünya kamuoyu desteğiyle vakit kazanma politikasına devam ediyor. İnisiyatif Rusya'nın elindeymiş gibi görünüyor. Tabii bu arada, başta belirttiğimiz gibi bir çok aktörlerin henüz Suriye'ye dair hesap ve anlaşmalarının tamamlanamamış olduğunu burada söylemeliyiz.
Fakat şu husus önemle belirtilmelidir ki; Suriye'de şu anda devam eden muhalif hareketlerin % 80'i camiden start alan hareketlerdir. Bu hareketlerin arkaplanında ekonomik faktörler etkili olsa da, şu anda halkın öncelikli talebinin mevcut despot yönetimden kurtulmak olduğunu anlamaktayız. Çünkü halk, şu anda ekmekten önce silah istiyor ve özgürlük talep ediyor. Esad yönetimi ise, Suriye'de bir tahrir meydanı oluşmaması için ciddi tedbirler alıyor. Ayrıca Esad, Nusayrileri Akdeniz sahillerinde silahlandırmaya devam ediyor. Fakat bu, o bölgede yaşayan bir buçuk milyon sünniyi oradan arındırması anlamına da gelmektedir. Esad'ın anlaşıldığı kadarıyla müslüman halk ve özellikle Müslüman Kardeşler ile ilgili tek hesabının despotça bir katliam olduğunda şüphe yok. Bu şartlar altında halkın dışarıdan bir müdahaleye sıcak bakabileceği hatta baktığı söylenebilir.
Türkiye'nin Suriye meselesini takip etmesi, insani, jeopolitik ve gelecekte bahsedilen coğrafyanın muhtemel yeniden şekillenmesi ve hatta Kürt meselesi gibi iç sorunlar çerçevesinde de çok anlamlı ve önemlidir. Bir kere daha ortaya çıkmaktadır ki, dünyanın mevcut şekillenişi çerçevesinde, bölgede Türkiye merkezli gelişecek yeni bir güç odağına ihtiyaç vardır. Şu anda Türkiye'nin uluslarası kuruluşları harekete geçirmesi, Suriye'de mevcut iktidar muhaliflerinin ve sivil halkın desteklenmesi ve güçlendirilmesi, birçok sivil insiyatiflerin güçleri oranında uluslarası kamuoyunda gündem oluşturması önemli görünmektedir.
Not: Adem Özköse ve Hamit Coşkun arkadaşlarımızın bir an önce özgürlüklerine kavuşması için duacıyız.