Gündem geliyor kaç
Gündemle yakalamaca oynayıp sonunda gündem tarafından tutuklananlara gazeteci diyoruz.
Bir başka açıdan baktığımızda; gündemi yakaladığında kendisi
kaçmış ve saklanmış olana gazeteci deyip dememekte kararsızız. Saklandığı
neymiş ona yazdığı kitaplarda ulaşabiliriz belki. Ya da geliştirdiği hayatta...
Geçtiğimiz günlerde yaşadığımız iki turlu seçim telaşları
arasında bir ara birinci tanıma uygun yazılar yazmış olsak ta aslında ikinci
tanıma daha yakınız. Kendimiz tanımlamış olsak ta hiç bir tanım tarafından
tutuklanmamayı da hesaba katarak...
Evet. Ülkenin kaderini bir kısmıyla belirlemeye çalıştık.
Oylarımızı kullandık. Şimdi başka seçimler ve kendi üzerimize düşen işler
güçlere döndük. Daha ağır bir sorumluluk düzlemindeyiz.
Fakat o genellikle üstüne yatmak, coğrafyaya uzanmak için de
kullanılan "Coğrafya kaderdir." sözünün ötesinde bir toplumsal kader
de var. O coğrafyada yaşayanların genelinin tercih ettiği ve bu nedenle o
toprakların kaderi olmuş bir gerçeklik var. Mevcut coğrafi-fiziki şartların
iradeleri bir yere kadar etkileme ve yönlendirmesini hiçe sayamayız. Tamam.
Fakat o şartları hiç dönüştürmek istemeyen nüfusun iradesi ile geliştirme ve
dönüştürme gayreti gösteren iradeleri de bir tutamayız. Bu anlamda nice zor
coğrafyalardaki gelişim ile kolay ve harika coğrafyalardaki durağanlığı
açıklamak lazım gelir ki yazımızın konusu o coğrafyanın insanının kader
seçiminde gösterdiği bilinçli özen...
Toplumsal kader; birlikte yaşadığımız binbir çeşit insan ve
tercihle birlikte gerçekleşirken "efendiliğimiz veya köleliğimiz",
bize düşeni bilinçli bir hakimiyetle yerine getirmekle, bilinçsizliğimizden
veya gücümüzün sınırlılığından dolayı üstesinden gelemeyecek olmanın dengesi
konusunda, kendi zihin dünyamızda
ve aynı duyarlılıktaki akil insanlarla sağlıklı müzakereler
yapmak durumundayız.
İçinde bulunduğumuz şartları iyi anlamak, içinde
bulundurulduğumuz şartları bize anlatıldığı, yazılıp çizildiği şekilde dinleyip
dinleyip yorumlamak anlamına gelmiyor.
Bize inin denilen çukurların dar çerçevesinde biteviye
tartışmalar yaparak, bir ileri iki geri debelenmemiz anlamına da gelmiyor.
Dışarı çıkmalıyız. Bazen dışarı çıkmak kendimizden, kendimiz
dediğimiz toplumun benliği/bizliğinden içeri girmektir.
Ne var ki, sadece, bitmeyen siyasi analizlerin yapıldığı,
haber programları, tartışma programları ve gazete köşeleriyle medya gibi bir
gücün sıkı takipçisi ve öğrencisi olmanın daha ötesinde anlama ve anlamlandırma
kaynaklarımız yokmuş gibi davrandığımızı, var olanları yeteri kadar
güncellemediğimizi ve dolayısıyla hayatı değerlendirmede ana referanslar
değerinde kullanma ahlakını taşımadığımızı görüp üzülüyorum.
Toplumsal kader; birlikte yaşadığımız binbir çeşit insan ve
tercihle birlikte gerçekleşirken "efendiliğimiz veya köleliğimiz”, yani;
bize düşeni bilinçli bir hakimiyetle yerine getirmekle, bilinçsizliğimizden
veya gücümüzün sınırlılığından dolayı üstesinden gelemeyecek olmamızın dengesi
konusunda, hem kendi zihin dünyamızda hem de aynı duyarlılıktaki akil
insanlarla sağlıklı müzakereler yapmak durumundayız.
Fıtratımızın sükunete ermesini ve oyalayan ve avutan değil
de, hakikaten üstümüze düşenleri yapabileceklerimizi yaptığımız bir hal yoluna
girmemizi diliyorum.