Günde Bir Saat
Sosyal medya. Hafızalara sığamayan görsel şölen… Her gün çoğalan ve istem dışı kapısından geçirildiğimiz gruplaşmalar, kendimizi herhangi bir yerine iliştirmeye çalıştığımız gruplar. Sıraya giren, bazen art arda gelerek insanı anlamsız bir sıkıntı içine sürükleyen telefonlar. Her biri bir şikâyetin temsilcisi; tepeden tırnağa buhran kişi, kişi ne kadar dertli... Tartışmalar dönüp baktığımızda kazananı olmayan, ilk mağlubu zaman. İnsan fıtratına muhalif bir fırtına içinde her yanımız hazan.
Maziye
yolculukla avunan sermest bir devranda kendimize hibe edebileceğimiz bir saate
ihtiyacımız var. Hüzünlüyse de bizi huzurun kıyısına bırakacak, hazzına
ulaşabilmek adına hızıyla yarışma yanılgısına düştüğümüz fasıldan uzaklaştıracak
bir uzağa. Nasıl gidilir uzaklara? Dünya tayy-i zaman kabiliyetini kaybetmiş,
insan tayy-i mekân felsefesini bütünüyle yitirmişken ve E. M. Cioran dâhi
yeryüzünün, varılamayan hidayetler ve
ayaklar altına alınmış sırlarla dolu olduğunu söylerken (Çürümenin Kitabı,
s. 42) uzağa nasıl yaklaşılır? Bireyi kendinden dışarı çıkarırken kendine yaklaştıran
ince bir mana geçidi var hâlen; “kelime”. Her ne kadar Necip Fazıl “kelimenin manayı boğan gömlek” olduğunu
söylese de, manaya kelime ile varmaktan başka yol kalmadı şimdilerde… Görsek de
göremesek de okuduğumuz her şeyi bizim kılan kelimelerin evreni orada. Ya
okuyamadıklarımız? Yolu sanata varan binlerce şiir, yönü ilme bakan sayısız
nesir; gözyaşını mürekkep kılan roman, hikâye, günlük ve mektup düşünceyi
telaştan çıldırtacak bir varlık tasvir ediyor. O fikre yani dokunulmayı
bekleyen yüzbinlerce tabiat, iklim, akış olduğu hissiyatına derinlemesine
dalmak bile dehşete düşürücü. Anlamı içimizden taşan bir yetişme kaygısı...
Zamanın kudreti, meraklısı olduğumuz çeşitliliği kucaklayabilir mi; insanın
iradesi o çeşitliliğin zerresini? Telaşın ardına saklanan bu lirik gayretin
sebebi dünyadaki tüm doymuşluklara rağmen okumanın sonsuz bir ırmağın ardına
saklanmış olması. Oradaki arzu açlığı gideren değil, içtikçe kandırmayan,
yudumladıkça susuz bırakan bir lezzet taşıyor. Bu, dünyanın boşluğuna bırakılmış
insanın aşina olduğu bir duygu değil. Keşif sahibinin vecdi burada başlıyor.
Okumakkendimizi
yeniden inşa etmek, her basamakta evreni farklı biçimlerde betimlemek… “Sözün
uçuculuğu”na varlığını karıştırdığında yinelenen değil yenilenen bir ben’e yaklaşması
insanın. Kayıp gitmesi mukadder zamanın çoğunlukla kaçması mukadder kelimelerini
bünyeye hapsetmek okumanın anlamı...Zahiren suyun tenden akması, esansın
bedenden çıkması, sesin göğe karışarak kaybolması… Oysa alınan vitaminin kana
karışması da var, unutulacak olsa da duyulan bir ayetin ruha huzur ve sükûn
vermesi de. Geçip giden mevsimlerin kitabelerde bâki kalması gibi deruna iliştirilen
her yeni tümce. Seyyah hangi çılgın şairle, aykırı filozofla, kabına sığmayan
yazarla ruh yakınlığı kurmak isterse okumanın mekânı orası… Hasret erbabı hangi
asrın eşiğinde bulunmayıdüşlerse orası... Bu sebeple kitapların, başka bir yerde olmak isteyen, kargaşadan
kaçmak isteyen insanlar için olduğunu söyler Mark Twain. Okumak
insanın mağarası, en saklı limanı… Ne güzel damlatmış özündekini sözüne Cemil
Meriç Bu Ülke’sinde; Kelime ormanda
uyuyan dilber; şâir, uzaklardan gelen şehzade. Öyle seveceksin ki kelimeleri,
sana yetecekler. (...) Kelimeler benim sudaki gölgem, okşayamam onları, öpemem.
Bir davet olarak güzel kelime ve dualarda muhterem. Gönülden gönüle köprü,
asırdan asıra merdiven. Kelime kendimi seyrettiğim dere. Kelime sonsuz, kelime
adem.
Günde
bir saat… İnsana bahşedilen üç goncanın tek yaprağı… Ruhu dinginleştirecek, özü
mahzur kaldığı mahpusluktan çekip çıkaracak o bir saat başkalaşımın; değişimin
menbaı. Suyun toprağı öpmesi, başın secde yerinde iz bırakması gibi bir senelik
okumanın sonunda kendine dönüp baktığında bir önceki kişi değildir insan, bir
önceki yerinde değildir. Bergson’un dediği gibi yakalayamazan an husule gelen
dönüşümünü. Zira yandıran ama kandırmayan, yandırdığı ölçüde boşluğa açılan bir
kuyudur ilim.
Okumak günde bir saat…
Mabede girmek gibi… Secdelerle randevuya vakit geçmeden yetişmek gibi…
Susadığını tüm azalarında hissedeceğini fark ederek suya
gitmek gibi… Elbette Peyami Safa’nın “okumak her şeyden evvel, muharrirle
kıyasıya bir mücadeleyi göze almak olmalıdır. Yoksa muharrir bizim idrakimizi
ve vicdanımızı esir ederek uşak gibi kullanmaya başlar” ikazını hatırda
tutarak…
Selam ile.