Günaydın çocuklar! Sağ ol!
Sabahın erken saatlerinde sıradan bir devlet okulunun yanından geçiyorsanız eğer çocukların hep bir ağızdan yüksek sesle "sağ ol" dediklerine şahit olursunuz. 60 yıldır kanıksanmış bir selamlaşma ritüeli bu! Öğretmen sınıfa girdiğinde çocuklar ayağa kalkar, baş dik, göğüs ileride "hazır ol" vaziyetinde beklerler. Öğretmenler bu konuda çok titizdir, çocukların duruşlarında, kıyafetlerinde, saç uzunluklarında herhangi bir eksikliğin olup olmadığını kontrol ettikten sonra "Günaydın!" der. Sınıf aynı anda ve gür bir sesle "sağ ol" şeklinde cevap verir/vermek zorundadır. Sonra "Nasılsınız? Sağ ol! Oturun çocuklar! Sağ ol! Selamlaşma faslı burada biter. Basit, sıradan bir uygulama gibi görünse de çocukların zihnini şartlandıran, otomatiğe bağlayan onları aynı tempoda ritimde ve biçimde düşünmelerine neden olan problemli bir uygulamadır bu. 50'ye yakın eğitimciye neden böyle yaptıklarını sordum. Verdikleri cevap "disiplin" oldu. Bir benzerini askeri eğitim kışlalarında gördüğümüz bu tür militarist ritüellerin istisnasız tüm eğitim kurumlarında görülmesi ve sıradanlaşması hakikaten trajik bir hadisedir.
Çocukların büyümesini durduran bir eğitim düzeneğine sahibiz. Okula öğrenme aşkıyla gelen pırıl pırıl çocukların daha ilk aylarda silikleştiği, donuklaştığı, robotlaştığı bir düzenekten bahsediyorum. Okullarda çocukların ilgi ve yeteneklerine göre ayrılması ise ortalama 30 dakika gibi kısa bir sürede gerçekleşir! Bu sürede çocuklar tek bir sorunun cevabını vermek durumundadır. Büyüyünce ne olmak istiyorsunuz? Cevaplar alınırken marangoz, oto lastikçisi, terzi vs türünden meslek türlerini tercih edenler ise kınanır, ayıplanır, dışlanır. Bugün ülkede maharetli bir marangozun sırf eğitim almadığı için cahil sayılması biraz da bu okul kültüründen kaynaklanmaktadır. Birçoğunun da ne olacağına zaten annesi ya da babası karar vermiştir. 3 İdiots filmini izleyenler hatırlayacaktır. Benim oğlum büyüyünce doktor olacak, mühendis olacaku2026
Ve yarış başlaru2026 Yani, öğrenmenin polis zoruyla tekele dönüştüğü çark işlemeye başlar. Kilosu kadar ağır kitap yüklü çantaları omuzlayan çocukları zorlu yıllar beklemektedir. Boyundan büyük bir yükün altına sokulurlar. Birbirinden farklı alanlarda ağır ders konuları, ezberler, tanımlar, formüller, ritüeller, sınav baskısı/korkusu, disiplin, şiirler, marşlar, abartılı yakın tarih yalanları, uygun adım yürüyüşler, saç, baş kontrolü, tek seçenekli kıyafet modelleriu2026 Grace Llewellyn'in ifadesiyle günün altı saati boyunca size ne yapacağınıza, ne giyeceğinize, ne söyleyeceğinize ne düşüneceğinize karar veren otoriter öğretmenleru2026 İlgi ve yeteneklerine göre değil de nüfus cüzdanlarındaki doğum tarihlerine göre belirlenmiş ortalama 40 kişilik sınıflaru2026 Öyle ki bu kapalı, soğuk, sevimsiz mekanda izin almadan konuşamazsınız, sıralarınızda belinizi olabildiğince doğrultmak durumundasınız, size verilen kompozisyon ödevini de basmakalıp klişe cümlelerle doldurmalısınız, zil çaldığında defteri kapatıp diğer zil çaldığında açmalısınızu2026
John Holt "Eğitim Yerine " adlı eserinde; "Eğitim, zorunlu eğitim, zorla öğretim insanlık bilincine ve zekasına karşı işlenmiş bir suç ve zorbalıktır" der. Çocukların doğuştan gelen merakını, yaratıcılığını engellemeden, saptırılmadan, doğalıyla yönünü bulmasına, keşif yapmasına, kendini tanımasına imkan ve fırsat tanımadığımız ölçüde eğitimdeki bu zorbalık korkarım devam edecektir. Geçenlerde Anayasa'nın 42. maddesi ve 1739 sayılı MEB Temel Kanunu çerçevesinde yeni müfredat açıklandı. Ağır ders yükü kısmen çocukların üzerinden kaldırılacak. Bazı ünitelerde değişiklik yapıldı. İnkılap Tarihi dersi kaldırılmadı ancak konuları az da olsa hafifletildi. Bu konuda bir adımın atılacak olması sevindirici bir gelişme. Ancak yukarıdan itibaren sıraladığım zihniyet olduğu gibi muhafaza ediliyor.
Biliyorsunuz AK Parti 6. Milli Eğitim Bakanı ile yoluna devam ediyor. Bunlardan en uzun süreli kalan ve FETÖ'ye eğitimin kapılarını sonuna kadar açan Hüseyin Çelik oldu! Son bakanlarımız Nabi Avcı ve İsmet Yılmaz dönemlerinde ancak bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Ne var ki daha henüz kimse eğitimin yapısıyla oynayamadı. Türkiye'de eğitimle oynanıyor, eğitim yapboza çevrildi gibi klişe eleştirilere kulak asmayın. Bu ülkede eğitimin yapısıyla 1924 yılından beri hiç oynanmadı. Keşke eğitimle bir kez olsun oynansa! Oynansa da çocuklar okula adım attıkları ilk günden itibaren önce insan olduklarının idrakine varsalar.
Eğitim, Türkiye'nin zeki çocuklarının var olan kapasitelerini, yeteneklerini köreltiyor. Bu tür bürokratik eğitim sisteminde ancak itaatkar, otomatiğe bağlanmış, kendini tanımayan, yeteneklerini bilmeyen, saçma sapan disiplin kurallarıyla da iç dünyaları zedelenmiş mekanik bireyler piyasaya sürülüyor. Türkiye'de çocuklar bir yerlere geliyorlarsa bu mevcut okul düzenine rağmen oluyor. Bir ülkede kültür, sanat, mimari, felsefe, bilim, edebiyat alanlarında kaliteli insanların yetişmemesi için bir düzenek kurun deselerdi ancak bu kadarı olurdu. Gittikçe bireyin içsel dünyasını tahrip eden bu tür bir eğitim anlayışının artık sıfırlanması ve yeni baştan bir eğitim sisteminin tesis edilmesi gerekmektedir. Gelinen noktada artık buraya/bize ait eşref-i mahlu00fbkat temelinde yeni bir eğitim anlayışının oluşturulması elzemdir. Önce insan yahu! Çocukların merakını tetikleyen, klasik, eski okul anlayışından tamamen farklı okul türleri üzerine de artık kafa yormaya başlamalıyız.