Dolar (USD)
35.25
Euro (EUR)
36.80
Gram Altın
2966.69
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Günahları saymak

İster medya ve sosyal medya, isterse televizyon ve gündelik hayattaki tartışmalar olsun, tarafların negatifte eşitlenmeleri en belirgin unsur gibi görünmektedir. Tartışmalara katılanlar ortaya koydukları söylemler itibarıyla bir diğerinden pozitif bir şekilde farklılaşmamaktadır. Böyle olunca ortaya çıkan manzara, herkesin bir diğerinin günahını saymak şeklinde tezahür etmektedir.

Müslüman toplumlar inançları itibarıyla kendilerini haklı ve merkezde görmekle birlikte, ortadaki gerçekliklerden birisi de, yarıştan koptukları 13. Yüzyıldan itibaren özelde Batı düşüncesinin ortaya koyduğu müktesebatı da değerlendirerek insanlığa somut bir öneri sunmamış olduklarıdır. Takınmış oldukları bu mutlaklık tavrı, kamuoyunda kendilerini tartışarak argüman geliştirme durumundan uzaklaştırmaktadır. Halbuki çoğulculuğun temel gerekçesi, hiçbir ideoloji, din ve felsefi görüşün kendisini diğerlerinin nezdinde kendisine referans yapmadan ortak bilgi ve aklın kategorileri ile ifade edememiş olmasıdır.

Temel sorun; Türkiye’de farklı din, düşünce ve ideolojilere müntesip insanlar tarihsel süreç içerisinde ister siyaset isterse kültür, toplum ve entelektüel düzlemde birbirlerinin günahlarını sayarak kendilerini rahatlatmaya çalışmaktadırlar. Söz gelimi; sol kesimden birisi İslamcılara eleştiriler getirse, hemen İslamcılar da solcuların geçmişte yaptıkları yanlışları sırlamaya başlarlar. Bu tavırlar yıllardan beri değişmediği için, sorunlarımızı nasıl çözeceğimize dair sarahatli öneriler ortaya çıkmıyor.

Bugün için en asli ihtiyacımız, sorunlarımızı çözmek üzere ciddi ve bilimsel tartışmalar yapmaktır. Bu arada her bir farklı ideoloji, din ve felsefi görüş mensuplarının kendi referansları doğrultusunda öneriler getirmeleri; ancak bunların her halükarda ciddi tartışılmaları esas olacaktır. Söz gelimi; üniversiteler evrensel kurumlar olarak bu işlevi en ağırlıklı biçimde yerine getirmek üzere konumlandırılmalıdır.

Burada üzerinde durulması gereken unsurlardan birisi de, artık Batı’dan ya da Doğu’dan aktarmacılıkları bırakarak, üzerinde durduğumuz “yer”den başlayarak sorun odaklı çalışmalar esas olmalıdır. Fakat bunlar yüzeysel olarak konuşulup bırakılmaktan ziyade, felsefi temellerine kadar inen tartışmalarla yürütülmelidir. Bunlar yapılamadığı için çok boyutlu sorunlarımızı “havanda su döver” gibi tekrar edip durmaktayız.

Bunların aşılabilmesi açısından şu problemlerin bilinçli farkındalıkları gerekmektedir. İlkin, insanlar farklı dünya görüşlerine sahiptirler. Dünya görüşleri insan ve dünyaya farklı perspektifle baktıklarından, inanç, düşünce, teori ve bazı pratiklerinden farklılaşırlar. Herkes bir diğerini kendisine yaklaştırmak ve benzetmek yerine diğerinin önerilerini bir imkan olarak görebilmeli ve kişiselleştirmeden “düşünsel” tartışmalar yapabilmelidirler. Ancak dikkat edilirse farklı mecralarda, insanlar farklılıkları için birbirlerine suçlamalar yöneltmektedirler. Sosyal medyada kimileri neredeyse sanki kendilerinin hiç hatası yokmuş gibi diğerlerinin günahlarını saymayı görev addetmiş görünmektedirler. Dolayısıyla özgürce bir şeye inanmak sizin hakkınızsa, bir başkasının da hakkıdır.

İkincisi, ister diğer dünya insanları, toplumları ve ülkeleri ile gerekse kendi toplumumuzda “suçlayıcı dil”in hakimiyeti, bir yandan hamaset ve sofistçe retoriği öne çıkarırken, diğer yandan sorunlar üzerinde sahici tartışma ve üretimlerin önüne geçmektedir. Özellikle bu coğrafyanın çektiği acılar, hamaset ve retoriğin merkezileşmesini de olabildiğince kolaylaştırmaktadır.

İşin gerçeği sorunlarımızı sahici bir şekilde tartışıp halletmek yerine, hataları sayıp dökme tavrı, total bir kalite kaybı olarak toplumun tamamına geri dönmektedir. Tam da bu sebeple Türkiye’yi bir bütün olarak düşünüp, ciddi teorik ve bilimsel tartışmalar üretilmesi toplumun önceliğidir.