Gün görmüş sevgililik
Hazır 14 Şubat. Eşleri sevgili olan veya sevgilileri eşleri olan bir toplum olmak dileğiyle söze başlayalım.
Sevginin ve aşkın cesaret etmesi
gerektiği şey evlilikken, evlilik gibi üst bir sorumluluğa cesaret edememenin sevgili
olmaya indirgenmesine hep gülümsemişimdir. Bu gülümsemede ister istemez bir
küçümseme var. Beni affetsin sevgililer…
Bütün sevgiler; “Evlenmiyoruz, evlenmeyeceğiz bari sevgili olalım”dan,
umuyorum ki “Sevgili olduk hadi evlenelim”e çıkar.
Öyle ya madem bu denli büyük, yüce,
aşkın bir sevgi var evleniveriniz. Yani yalnızca güzel zamanların ve bazı
zamanların değil, kötü zamanların da dostu oluvermeye cesaret ediniz. Parça
evlilik yerine bütüncül bir birliktelik yaşayınız, korkmayınız. Bir veya iki,
canınızın istediği kadar değil, hayatın bütün sorumluluklarını birlikte
kaldırabilecek kadar aynı çatının, aynı hayatın iki cesur adanmışı oluveriniz.
Ha evliliği gelenekten beri yaşanagelen içerik ve şekliyle benimsememekte
haklısınız, haklıyız. Yaşanılmış onca yanlış evlilik örneğinden, hatta örnek
izdihamından sonra, sevgileri, aşkları, hayatları tüketmiş onca tecrübeden
sonra evliliğe ret oyu vermekte çok haklısınız. Çoğu evliliğin aşkın taçlanması
değil aşkı söndüren bir birliktelik, hatta ayrılık başlangıcı olarak yaşandığı
da ortada… Fakat neden sorgulamak, değiştirmek ve ıslah etmek, hatta devrim
niteliğinde yapılacak yenilikler ile güzelleştirmek yerine böyle terkedilmiş
bir viraneye dönüştürülüyor? Ve hemen yan bahçede sevgililik gibi bir ilişki
biçimi kuruluyor?
Merak ediyorum; sevgililik evliliği
protesto etmek midir?
Evlilik neden sevgililiği de içine
almaz? İki eş neden aynı zamanda sevgili olmaz? İki sevgili neden evlilikten
çekinir, korkar?
Oturup ciddi manada sorgulayıcı,
iyileştirici konuşmamız, tatlı tatlı atışmamız, birbirimizin ego göbeğini
şişirip tokatlamak için değil, yalnızca aşkın, sevginin selameti, ömür uzunluğu
hatta olabilirse sonsuzluğu için evliliği deli dolu tartışmamız lazım. Çocuk
konusuna henüz hiç değinmiyorum bile… “Evlilik kurumu” demiyorum zira
kurumsallaştırmada aşırıya kaçan her şey aslından, aslındaki safiyetinden,
sivilken yaşadığı heyecandan uzaklaştırılıyor. Nitekim sevgililiğin sivil
evlilik olarak yaşandığı ve neredeyse evlilik olduğu da malum.
Öte yandan “imza hiç önemli değil önemli
olan aşk” diye birbirini kandıran ve kalbiyle attığı imzaları davranışlarıyla
tepeleyen, silen ve “o soyut, ıslak değil kupkuru imza bana ait değil!” diyen
yüce aşıkları da gördü bu dünya… Hey gidi… Bu dünya neler gördü…
Çünkü evlilik kurumu gibi bir kurumla
kurumsallaşan evli insanlar da birbirlerinin hak ve hukuklarını vicdansızlıkla
yediler, bitirdiler. Evlilik iyi ve güzel yaşanmadığı için insanlar kitleler
halinde sevgililiği evlilik yerine ikame etti.
Halbuki "Sevginin sevgilisi
saygıdır. Sevgi saygısız yapamaz." Ha tırnak içine aldımsa bu da şahsıma
ait bir sözdür. Yani Tolstoy söylemedi. Veya Goethe söylemedi. Bizzat ben
söyledim.
İnsanlar eşlerine sevgili olamamışlar.
Bu yetmemiş... Sevgilileri de eşleri olamamış.
Eşi neden sevgilisi değildir bir
insanın? Veya seviyorsa, asıksa bu kadar neden eşi değildir?
E hadi yeter üzüldüğümüz. Üşüdük bu
konulardan. Aşk ta sevgi de ortada kaldı. Aslında birbirimize soyut ya da somut
sarılmak için bir tek bahane kâfi... O da sevmek. Kalbin tek mevsimi.
Hep beraber tekrar edelim mi? Sözün
içeriğini benimseyenlerle birlikte:
Umurumda değil ne günü olduğu...
Gün benim ve ben nasıl
değerlendireceğimi kendim bilirim. Ömrümü belirlenmiş, dayatılmış takvime
asmadım. Kime ne? Belki sakince yaşayacak, belki dolu dolu öleceğim.
Seversem tam sevecek, sevdiğimden
sorumlu olacağım. Sevgi bir ödülse onun bedelini öderken ödülü aldığımdaki
sevinci yaşayacağım. Sevgimin bir tek günü olmayacak. Hemen her gün sevgilerim
gün görecek. Bitti.