Gülse Birsel'in geçmiş yılbaşı gecesi
Alanım gereği bir yandan sürekli film izliyorum. Fakat izlediklerimin çoğu film olmamış oluyor. Olmamışlar olmuşlardan çok sayıda. Ne sayılır ne saygı duyulur. Eleştirebilmek için bile izlemeye değmez. Şahsen üstüne söz söyleyebilmek adına hadi ben mecbur kalıyorum. Fakat insanların vakitlerine karşı açılmış bir savaş bu... Göz ferini emen, öz kuruluğuna neden olan şeyler.
En çok ta güzel mi güzel hikayesi ve
senaryosu ile bir kısa filmini çekmek için bile bütçe bekleyen bir çok yönetmen
adayı geliyor aklıma bu filmlerdeki soyut iflasa tanık olurken. Ha tabi
yakınlarına kazandırmıştır. Fakat ekranın bu tarafındakilere, izleyenlere
kesinlikle çok şey kaybettiriyor.
Onca zahmet ve masraf, keşke hiç çekilmemiş olsalar. "Neden çekilmiş
olabilirler?" Sorusu üreticilerin salt ticari kaygılarının karşısına
çıkamayacak kadar saf bir soru olur. Yönetmen sanılan insanların çoğu maalesef
tüccar. En çok güldüğüm şeylerden biri de, ekibin önemli görülen isimlerinin
herhangi bir röportaj programına çıkmış olduklarında hemen hepsinin başka
hiçbir cümle yokmuş gibi “Çok eğlendik, çok keyif aldık!” deyip durmaları ve
birbirlerine takılıp kahkaha atarak sözüm ona programı kendisinden başka her
şeye benzetmiş olmaları. Bu durum amaçlarını açık ediyor. Muhtemelen keyif
vermeyi çok da dert edinmemişler cümlesi düşüyor böylece önümüze. Ha bu arada
keyif kelimesi bir durumu ifade ediyor. Özellikle ruh
halinin iyi oluşunu, hoşnutluğu, sağlık ve afiyeti… Sağlıklı neşelilik anlamına
geliyor. Bir tarafın ve özellikle ürünün sunulduğu kitlelerin sağlıklı
hoşnutluğunu da düşünmek iyi olurdu doğrusu…
O çok sayıda kötü filmlerden en son
izlediğimdir. Gülse Birsel de Yılbaşı Gecesi filminde resmen çuvallamış. Onu
yaşadığı çevrenin zaaflarından derlediği ince mizahlarla dizi filmlerinden
tanımıştık. Hatta kimi zaman üretebildiği mizahi seviye bizi etkilerdi. Sahiden gülebiliyor olduğumuz zamanlarda
keşke biz de -kendi kesimimize dair daha kaliteli anlam ve yaşam algısı için bu
şekilde eleştirel bir dizi yazsak- der dururduk. Uzun süredir ürettiğine dair
açıklamalarda bulunuyordu. Halbuki üretmemiş… Adeta kalemini, mizahını
tüketmiş. Önemli sayılan pek çok oyuncuyu bir siteye saçma sapan bir yılbaşı abartısıyla
toplamakla film olmuş olmuyor. Gerçi hep bir sitede geçer senaryoları…
Bu tarz film ve dizileri
düşündüğümüzde karşımıza üreticilerin çok eğlendiği ama bizim gittikçe daha çok
kirlendiğimiz bir ruh hali, bir keyifsizlik yayılıyor dünyamıza…
Nedense insanların kimi değerlerini
aşağılamadan, bel altından üstüne, beyne bir türlü çıkamayan ya da diyalogları
küfür, küfür, küfürle doldurmadan mizah yapamamak ta bu tip ürünlerin düştüğü
ve debelendiği büyük bir çukur. Öyle ki bir parça kaliteli mizaha ulaşabilmek
için çöp konteynırını karıştıran, yorulan, buna rağmen ufak bir parça güzel bir
yiyecek bulamayan, üstünü başını, aklını kirleten bir kediye dönüyorsunuz
filmin başından kalkarken. Kaybedilmiş zamana üzülmek en başta ve çok kişisel
bir karın ağrısı tamam. Fakat zarara uğramış ekonomiye mi, film endüstrisinin
neye hizmet ettiğine mi, filmi oluşturan ekipteki sayısız emekçinin emeğine mi,
hangisine üzülelim?
Daha ötesi ve aslında en önemlisi
de; bu filmlerin ardında bıraktıkları kötü etkiyi ne yapacağız? İçimizdeki o
kor parçası, o ateş gittikçe söndürülüyor. Her kesimden insanın taşımaya, hala
düşürmemeye çalıştığı o safiyet, o çocukluk, o her yanlışa rağmen yine gelip
içimize zıplayan ve sığınan masumluk hırpalanıp duruyor…
Onu ne yapacağız?
Yönetmen olmadan önce insan olmak,
yazar olmadan ince insan olmak, ressam olmadan önce insan olmak, sanatçı
olmadan önce insan olmak ne de önemli hale geliyor. Sanat kendimizi, kötü,
olmamış, çiğ yanımızı olduğu gibi kusmak olamaz. Çirkinin estetiği olur tamam
fakat çirkefliğin olamaz.
Sanırım üretmeden önce oturup iyice
bir düşünmek ve en başta iyi bir hayat üretmek, iyi bir sanat üretmenin ön
koşulu…