Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
31 Ocak 2023

​Gülse Birsel'in geçmiş yılbaşı gecesi

Alanım gereği bir yandan sürekli film izliyorum. Fakat izlediklerimin çoğu film olmamış oluyor. Olmamışlar olmuşlardan çok sayıda. Ne sayılır ne saygı duyulur. Eleştirebilmek için bile izlemeye değmez. Şahsen üstüne söz söyleyebilmek adına hadi ben mecbur kalıyorum. Fakat insanların vakitlerine karşı açılmış bir savaş bu... Göz ferini emen, öz kuruluğuna neden olan şeyler.

En çok ta güzel mi güzel hikayesi ve senaryosu ile bir kısa filmini çekmek için bile bütçe bekleyen bir çok yönetmen adayı geliyor aklıma bu filmlerdeki soyut iflasa tanık olurken. Ha tabi yakınlarına kazandırmıştır. Fakat ekranın bu tarafındakilere, izleyenlere kesinlikle çok şey kaybettiriyor.
Onca zahmet ve masraf, keşke hiç çekilmemiş olsalar. "Neden çekilmiş olabilirler?" Sorusu üreticilerin salt ticari kaygılarının karşısına çıkamayacak kadar saf bir soru olur. Yönetmen sanılan insanların çoğu maalesef tüccar. En çok güldüğüm şeylerden biri de, ekibin önemli görülen isimlerinin herhangi bir röportaj programına çıkmış olduklarında hemen hepsinin başka hiçbir cümle yokmuş gibi “Çok eğlendik, çok keyif aldık!” deyip durmaları ve birbirlerine takılıp kahkaha atarak sözüm ona programı kendisinden başka her şeye benzetmiş olmaları. Bu durum amaçlarını açık ediyor. Muhtemelen keyif vermeyi çok da dert edinmemişler cümlesi düşüyor böylece önümüze. Ha bu arada keyif kelimesi bir
durumu ifade ediyor. Özellikle ruh halinin iyi oluşunu, hoşnutluğu, sağlık ve afiyeti… Sağlıklı neşelilik anlamına geliyor. Bir tarafın ve özellikle ürünün sunulduğu kitlelerin sağlıklı hoşnutluğunu da düşünmek iyi olurdu doğrusu…

O çok sayıda kötü filmlerden en son izlediğimdir. Gülse Birsel de Yılbaşı Gecesi filminde resmen çuvallamış. Onu yaşadığı çevrenin zaaflarından derlediği ince mizahlarla dizi filmlerinden tanımıştık. Hatta kimi zaman üretebildiği mizahi seviye bizi etkilerdi. Sahiden gülebiliyor olduğumuz zamanlarda keşke biz de -kendi kesimimize dair daha kaliteli anlam ve yaşam algısı için bu şekilde eleştirel bir dizi yazsak- der dururduk. Uzun süredir ürettiğine dair açıklamalarda bulunuyordu. Halbuki üretmemiş… Adeta kalemini, mizahını tüketmiş. Önemli sayılan pek çok oyuncuyu bir siteye saçma sapan bir yılbaşı abartısıyla toplamakla film olmuş olmuyor. Gerçi hep bir sitede geçer senaryoları…

Bu tarz film ve dizileri düşündüğümüzde karşımıza üreticilerin çok eğlendiği ama bizim gittikçe daha çok kirlendiğimiz bir ruh hali, bir keyifsizlik yayılıyor dünyamıza…

Nedense insanların kimi değerlerini aşağılamadan, bel altından üstüne, beyne bir türlü çıkamayan ya da diyalogları küfür, küfür, küfürle doldurmadan mizah yapamamak ta bu tip ürünlerin düştüğü ve debelendiği büyük bir çukur. Öyle ki bir parça kaliteli mizaha ulaşabilmek için çöp konteynırını karıştıran, yorulan, buna rağmen ufak bir parça güzel bir yiyecek bulamayan, üstünü başını, aklını kirleten bir kediye dönüyorsunuz filmin başından kalkarken. Kaybedilmiş zamana üzülmek en başta ve çok kişisel bir karın ağrısı tamam. Fakat zarara uğramış ekonomiye mi, film endüstrisinin neye hizmet ettiğine mi, filmi oluşturan ekipteki sayısız emekçinin emeğine mi, hangisine üzülelim?

Daha ötesi ve aslında en önemlisi de; bu filmlerin ardında bıraktıkları kötü etkiyi ne yapacağız? İçimizdeki o kor parçası, o ateş gittikçe söndürülüyor. Her kesimden insanın taşımaya, hala düşürmemeye çalıştığı o safiyet, o çocukluk, o her yanlışa rağmen yine gelip içimize zıplayan ve sığınan masumluk hırpalanıp duruyor…

Onu ne yapacağız?

Yönetmen olmadan önce insan olmak, yazar olmadan ince insan olmak, ressam olmadan önce insan olmak, sanatçı olmadan önce insan olmak ne de önemli hale geliyor. Sanat kendimizi, kötü, olmamış, çiğ yanımızı olduğu gibi kusmak olamaz. Çirkinin estetiği olur tamam fakat çirkefliğin olamaz.

Sanırım üretmeden önce oturup iyice bir düşünmek ve en başta iyi bir hayat üretmek, iyi bir sanat üretmenin ön koşulu…