Güle Güle Şehr-i Ramazan
Mahyaların
ışıltılı mesajlarıyla göklerden dalga dalga yayıldın. Ruhumuza dokundun,
bedenimizi dinlendirdin. Sokaklarımız tenha, sofralar sakin, camiler sessizdi.
Kuraktı içimiz, damla damla yağdın. Rahmet ve mağfiret getirdin, kurtuluş
müjdesini kalbimize bırakarak ayrılıyorsun aramızdan. Misafirdin her sofraya,
her haneye. Ayrılık vakti geldi, yeterince karşılayamadık, kusurumuza bakma.
Şair Cevat Akkanat’ın
sesine kulak verelim:
“Mahvın
değil Ramazan/ Kardeşliğin ayıdır/ Nice vaveyla varken/ Gönlün kırık fayıdır”
Davulcuların manilerinde
gümbür gümbür dolaştın sokaklarımızda. Evimizi şenlendirdin, soframıza bereket
oldun. Çocukların sahur beklentisinde heyecan oldun. Tekne oruçlarındaki
safiyet ve sabır oldun. Çiçeklerin meyveye durması misali bayramı müjdeledin.
Şimdi ayrılıyorsun. Geçen yıl seni karşılayan nice insan şimdi yok. Gelecek yıl
geldiğinde de seni karşılamak için ellerimizi açtık.
Şimdi seni şair İbrahim
Eryiğit’in manileriyle uğurluyoruz:
“Dünya
bir duvardı varıp dayandın
Üstüne
çökünce ancak uyandın
Ömür
çiçeğini solmaz mı sandın
Sefa
sür bakalım sürebilirsen.”
Ramazan biraz da bizi dünyadan uzaklaştıran ayrı bir hava ve iklimle geliyor.
Dünyanın gözümü alan, aklımız çelen yüzünden kendimizi çekebilmek zor. Ramazan ile uhrevî bir havaya giriyoruz.
Ağırlığımız azalıyor. Öteye dair düşüncelerimiz ağır basıyor. Zira en kutlu ay.
Kur’an ile insanlığın muhatap olduğu ay.
Ve şair İbrahim
Eryiğit devam ediyor:
“Vadesi gelince sırlanır beden
Sırra
erer isen sormazsın neden
Yakarsın
gemini hiç düşünmeden/
Ruhunu
vahiyle örebilirsen.”
Salgının daralttığı hayatımızda istediğimiz genişliği ve
ferahlığı Ramazan ile buluyoruz. Nostaljiye daldığımız da oluyor. İstanbul’da
Ramazan gecelerinde kahvehanelerde semai okunurmuş. Mani atışmaları yapılırmış.
Hatta bilmeceler sorulur, bir hafta boyunca bilmecelerin cevabı beklenirmiş. Şairler
devlet büyüklerine “ramazaniye” türünde kasîdeler yazarmış. Âlimler şehir şehir, kasaba kasaba gezer halka
nasihat edermiş. Cami avluları veya vakıf bahçelerine sadaka taşları bırakılırmış.
Fakir insanları iftar sofralarında ağırlayan zenginlerin “diş kirası” adıyla
verdikleri hediyeler varmış. Tüm bunları düşündüğümüzde bu ay, aziz milletimiz
için bir ay aç kalmak değil, hayatı tüm yönleriyle “oruç” ile süslemektir. Mana
ve mahiyetini idrak etmeye çalışıyoruz. Ramazan boyunca padişahın katıldığı
“huzur dersleri” olurmuş. Top atışları, zimen defterleri uygulamaları (borç
defterlerinin zenginler tarafından ödenmesi), hilalin gözlenmesi ve evlerde
yapılan temizlik ve diğer hazırlıklar gibi geleneklere baktığımızda Ramazan
ayının ne kadar önemsendiği görülür. Ramazan, bizi bir araya getiren,
kaynaştıran, huzur ve saadetle buluşturan manevî bir ay. Sonuna geldiğimiz
kutlu ayı Cevat Akkanat’ın dörtlüğü ile uğurlayalım:
“Kestane şekerin yedim/ Höşmerim tatlısın
sevdim/ Kızılcık şerbetine lâkin /Sayende birinci dedim/ Kadir gecesi Allah'a
/Zulmünü havale ettim.”
Ramazan; helalleşmek, affetmek, yakınlaşmak, barışmak,
paylaşmak ve birlikte bayrama kavuşmak için geçirilmesi gereken mübarek bir ay.
Karşılayacağımız ve beklediğimiz Kadir Gecesi de şimdiden mübarek olsun. Her
gün ölümlerle sınanıyoruz. Azalıyoruz, dünyanın gelip geçiciliğini daha iyi
idrak ediyoruz. Dünya kısa, bizi bekleyen sonsuz bir hayat var. Ramazan sonsuza
açılan en büyük kapı. Buyurun, birlikte girelim, birlikte geçelim dünyadan.