Gül Yetiştiren Adam'ı Yeniden Okumak
Rasim Özdenören ismini ilk olarak 80’li yıllarda İmam Hatip Lisesi’nde öğrenci iken duymuştum. Kıymetli hocamız Ahmet Hamdi Bey tavsiye etmişti; “Rasim Özdenören’in Gül Yetiştiren Adam ve Müslümanca Denemeler’ini okuyun koçum!” diyerek.
Bu roman ilk çıktığı ve bizim talebelik zamanlarımıza denk gelen o yıllarda bir hayli ses getirmişti. Hatta İslami kesimi heyecanlandıran romanlardan birisiydi. Çok okundu ve üzerinde çok konuşuldu. Belki de kendinden sonra birçok romanın da yazılmasını teşvik etti, öncülük etti diyebiliriz.
Rasim abi ahirete irtihal edince bu kitabı yeniden okumaya karar verdim. Elimdeki kitap İz Yayıncılık tarafından basılan 19. baskıya aitti ve kapağında bir gül resmi var. Oysa Akabe Yayınlarından çıkan ilk baskısında resim yoktu.
Bu romanı ilk okuduğum 85 veya 86 yılından bugüne, üzerinden epeyce bir zaman geçmiş. Kitap hakkında sadece hatırımda kalanlar, elli yıl boyunca sokağa çıkmayan ve evinde gül yetiştiren bir adam ile Sitare ismiydi. Bunun dışındaki diğer ayrıntılar hafızamdan silinmişti. Bu ikinci okuyuş ile unutulan kısımlar tekrar canlandı hafızamda. Bunun yanında o zamanlar dikkat etmediğim diğer ayrıntılara da vakıf oldum.
Roman madde cephesinde düşmandan kurtulan bir vatanın mana cephesinde maalesef kültürel işgalden kurutulamadığını en acı bir şekilde anlatmaktaydı. Romanda; bir yanda yaşanan bu kültürel işgal ile yüzleşmemek için elli yıl evinden çıkmayan bir adamın diğer tarafta da bu kültürel işgale teslim olduğu ve kendi öz kimliğinden ve değerlerinden fersah fersah uzaklaştığı halde, bu durumu perdeleyen bir söylemle modern gösterilen bir bireyi temsil eden Sitare’nin hayatı işleniyordu. Modernlik Sitare’ye mutluluk yerine mutsuzluğu ve arkasından da intiharı hediye etmişti.
Zira modernleşme ile insanımızın tanıştığı bu yeni hayat; başta aile içi ilişkilerden başlayarak sosyal çevresi ile olan ilişkilerine kadar onun dini, milli ve ahlaki değerlerine zıt, ruh hamurunun şekillendiği öz kültürüne, örfüne, âdetine aykırı hususları içeriyordu. Fıtrata mugayir bu yaşam biçimi insanımıza mutluluk ve huzur yerine mutsuzluk, kaos, anarşi, tatminsizlik gibi ne kadar olumsuz durum varsa onu hediye ediyordu. Gül Yetiştiren Adam’da bu olumsuz durumu Sitare ve çevresindeki insanların yaşantılarında ve ruh dünyalarında görmek mümkündür.
Romanın başkahramanı ise; Batılı işgalcilere karşı vatanını savunan, ancak savaş sonrasında kendi öz benliğinden koparılmak adına yaşanan baskılar ve zorbalıklar karşısında duyduğu hayal kırıklığı ile bu kültürel değişimi protesto etmek adına elli yıl evine kapanarak pasif de olsa bir direniş içinde bulunan Gül Yetiştiren Adam’dır. Ona göre insanlar arasına katılmak, kabul etmediği ve asla tasvip etmediği bu yeni düzeni meşrulaştırmak demektir. Bu süreçte o sadece Kuran okuyor, sürekli ibadet ediyor ve Hazreti Peygamber’in remzi olan gül yetiştiriyordur.
Ancak aradan geçen elli yılın sonunda o, bir insanın eve kapanıp kalmakla değiştirmek istediği bir dünyayı değiştiremediğini anlamıştır. Elli yılsonunda ilk kez sabah namazı kılmak için camiye gittiğinde bu değişimin sonuçları ile yüzleşecektir. Değişim sadece mekânları değiştirmekle kalmamış camideki cemaati bile kabullenemeyeceği bir şekilde değiştirmiştir. Buna dayanamayarak cemaate; “İçinizdeki İslam’ı gösterin. Çünkü İslam, sizin üzerinizde görünmek ister. İman gizlidir, İslam açık. İman kalptedir, İslam zahirde. İslam şeriatsa, şeriat sizin amellerinizde görünmek ister.” diye çağrıda bulunacaktır.
Sonuçta bu yeni hayat Sitare’nin kendine canına kıymasına, 80 yaşındaki, Gül Yetiştiren Adam’ın da yeni düzene muhalefet etmek, halkı değişime karşı ayaklanmaya kışkırtmak iddiasıyla tutuklanmasına sebep olacaktır.
Romanda benim dikkatimi çeken bir diğer ayrıntı ise sabah namazında okunan Rahman Suresinin dört ayetinin mealiydi.
“Artık gök yarılıp da kırmızı sahtiyan gibi bir gül olduğu zaman, (37)
Rabbinizin hangi nimetlerini sayarsınız yalan? (38)
Mücrimler simalarından tanınır da yakalanır perçemleriyle ayaklarından, (42)
Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini sayarsınız yalan? (43)”
Verilen mealdeki kimi ayetler Hasan Basri Çantay kimileri de Ali Fikri Yavuz meallerinden alınmış gibi. Ayet meallerindeki birbirini tamamlayan bu şiirsel üslup merhum Rasim abinin de özel bir seçimi olsa gerektir diye düşündüm.
Bu vesile ile Rasim abimize tekrar rahmet diliyorum.