Gül Yetiştiren Adam: Rasim Özdenören (2)
Rasim
Özdenören’in genç ve dinamik, heyecan yüklü kalemi yaşı ilerlese de aynı ivme
ile devam eder. Onun öykülerindeki arayışlar hiç bitmez, genç zihinlerden ve
bedenlerden beklenen öyküler onun gençlik aşısı vurulmuş etkili kaleminden akıp
durur. 2000’lerin hemen başında yayınlanan iki öykü kitabıyla mezkûr yıllarda
yazarın yoğunlaştığı diğer kitaplarından farklı olarak yazmaya çalıştığı
temalar olduğunu görürüz. “Hışırtı”
(2000) ve “Toz” (2002) öykü kitaplarında daha çok kadın kahramanlar öne çıkar.
Yazar şehrin içinde kaybolmuş, nice arayışlar ve çatışmalarla, yoksunluklarla
hayata tutunmaya çalışan kadınların mutsuzluklarını, arayışlarını konu eder. .
Beni
derinden etkileyen Kuyu aslında tek bir uzun hikâye kitabı olarak yazılmıştır.
“Kuyu” ve diğer öykü kitapları ile aslında nitelikli bir edebiyat okuruna hitap
eder yazar. Felsefi derinlikte ve derinlikli, ara ara bilinçakışı ile yazdığı
öykülerinde ruhun girdaplarına doğru kıldan ince kılıçtan keskince bir
yolculuğa çıkarır okuru. Onun okuru çıtası yüksek, seçkin bir okurdur bir
bakıma.
Ve
ansızın bir soru ile de sarsar okuru, “Kuyu” da olduğu gibi: “Söyle bakalım, ahbap, dedi, şimdi biz
kuyunun içinde miyiz, dışında mıyız?” Başka öykülerinde de yer alan
melankolik hal, karamsar duruş, arayış halinde olma Yusuf’un şahsında da göze
çarpar. Ayrıca Özdenören bu öyküde anlaşıldığı gibi cesur bir şekilde
cinselliği kendi mahrem sınırları içinde anlatır. Aşk ve cinsellik onun
öykülerinin rahatlıkla konusu olabilir. Öykü kahramanı Yusuf da diğer
kahramanlar gibi kendinden kendine kaçmaya çalışır. “O şimdi kendinden kaçmaya çalışıyordu. Nasıl başarabilirdi bunu? Böyle
bir şey yapabilir miydi? Aslında kendinden kaçmak isteye isteye buraya, bu,
şimdi neresi olduğunu bilmediği yere gelmiş değil miydi?” Cesur
yaklaşımlarla, aslında yazar cinsellikle ilgili aşkla ve ihtirasla ilgili
ipuçları verir okura. Farklı pencerelerden bakar veya tekdüze yaşayan, kendince
yasakları ve sınırları olan, belli dünya görüşü içine sıkışıp kalmış okuru
farklı yaşayışları olan insanların sancılarına, arayışlarına, suçlarına,
çatışmalarına taşıyarak aslında vorolan, her anlamda günah ve sevap arasında, ahsen - î takvimle, esfel – î sâfilin arasında git - geller yaşayan
insana doğru okuru sürükler. Okurun bir anlamda kendi ile yüzleşmesini sağlar.
Gizil hallerinin üzerinden örtülerin kaldırıp, tüm çıplaklığı ile dürtülerini,
nefsini, onu aşağılara çeken tüm zayıf yönlerini ortaya döker. Bunu da tarafsız
ve objektif bir şekilde hayatın çıplak ve acımasız gerçekliğinde ortaya serer.
İnsanın merkezde nefsini, onunla mücadelesini anlatırken asıl, iç çatışmalarını
da anlamaya çalışır aslında.
“Nefs terk edilebilir mi? Bir
de, demiyorlar mıydı ki, insan nefsiyle güzeldir ve o, nefsiyle sevilir. Vay
canına! Gene açmaza giriyor. Nefsini hem terk etmesi gerekiyor, hem onu
yüklenmesi, öyle mi?”
diye sorar “Kuyu” kitabında.
Özdenören,
ilk dönem yazdığı öykülerinde arayışların eşiğinde adeta dağılmış ruh halleri
ile manevi yoksunluklar yüzünden girdaplara sürüklenmiş insanı anlatır.
Çözülmelere sürüklenen ruh halleri ile kendi kendileri ile yüzleşen, çatışan,
adeta duygularına mukavemet edemeyen kahramanlar vardır. Bu kahramanlar büyük
bir çözülmenin eşiğindedirler her daim. Bir yardım eli bekleyen, kurtuluş
arayan, nefsinin kurbanı olmuş, artık kuyunun dibinde olan Yusuf da bu
kahramanlardan birisidir. İşte “Denize Açılan Kapı” tüm bu girdaplara girmiş,
sancılar içinde arayışlar içinde kıvranan kahramanlara adeta bir kapı aralar,
bir el uzatır gibidir.
Rasim Özdenören yaşadığı çağa ayna tutar
adeta… Sorumlu bir kalem olarak yazdığı öykülerinde daha çok toplum içinde
yalnızlaşan bireyin çıkmazları, kendi ve çevresi ile mücadelesi vardır.
Ekonomik ve sosyal durumlar sebebiyle yaşanan çıkmazlar, çözülmeler onun
konuları olabilir. Yine yaşadığı topluma bir başkaldırı, yabancılaşma
öykülerinin ana temasını oluştururken, manevi arayışlarla ölüm teması,
metafizik ürpertilerin verdiği duyarlılıkla tasavvufa doğru bir ince yolculuk
öykülerinde yer eder. Özdenörenin öykülerinde daha önce de belirttiğimiz gibi,
aile yapıları, aile içindeki bireylerin davranışları aşikâr bir halde onların
ruh dünyalarının adeta ifşası olarak anlatılır… Anneler hep fedakârdır, baba
evin direği, korkulan, sakınılan otoriter bir kale gibidir. Anadolu ailesinin
tipik örnekleri, baskıcı tutumu, yeri geldiğinde korunaklı hali çatışma
ekseninde okuyucuya sunulur.
İki yıl önce Ankara’ya bir program için
gittiğimde Üstadı ziyaret etmek nasip oldu. Bana yol arkadaşlığı yapan, Betül
Şatır’la birlikte Ankara’nın soğuk ve resmi çehresini sıcacık bir dost yüreği
gibi kuşatan bir güzel insanın kapısına gelmiştik, elimizde bir demet çiçekle.
Ayşe Hanım bizi büyük bir nezaketle karşılamış, hocamla kısa süreli de olsa
sohbet etme fırsatı bulmuştuk.
O zaman
kapaklarını kendim resmettiğim kitaplarımı hediye ettiğimde onları dikkatlice
incelemiş bizi yüreklendirmişti. Tıpkı yıllar önce Maraş’ta beraber sohbet
ettiğimiz serin bir bahar akşamının coşkunluğunda konuşmuş daha çok rahmetli
Alâeddin Özdenören’ den bahsetmişti hocamız. Çocukluklarından, “sen Alâeddin’in
kardeşi misin?” diye soran çarşı, pazar esnafından, daha çok onu
tanımalarından, Munzur Çayı’ndan bahsetmişti. Yine hafızası her zamanki gibi
muhteşem, her şeyi tarihiyle yeriyle nasıl da güzel anlatıyordu.
Rasim
Özdenören gerek öykü evreni ile gerekse düşünce dünyamıza ufuk açan, yol olan,
sağlam bakış açısı ve medeniyet tasavvuru noktasında güçlü referanslarla bu
toprağın sesi olabilecek duyarlılıkta yazılmış deneme ve öykü kitapları ile
ağır yükler omuzlamış bir düşünür ve sanatçı olarak yerini almış ender bir
şahsiyettir. Onu tanımış olmak, onun söz meclisinde bulunmak bizim için büyük
bir onurdur.
Dileğim
odur ki, bizim önümüzden yürüyen Mavera ırmağının coşkun akışını edebiyat
ırmağı ile bütünleyen, mümbit edebiyatçılar yurdu Maraş’ın güzide şair ve yazarlarından
olan… Necip Fazıl, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Alâeddin Özdenören, Erdem
Beyazıt, Akif İnan, Ali Kutlay ve pek çok yetişmiş öncü yazar ve şairin bir
değerli hatırası gibi bizim dünyamızda nefes alıp veren Rasim Hoca’ma Rabbim
hayırlı uzun ömür versin.
Rasim
Özdenören, gazete yazılarından, öykücülüğüne, deneme ve eleştiri yazılarından
ve pek çok konuda verdiği eserlerinden ziyade bu toprakların düşünce
dünyasında, içinde yaşadığı toplumun çıkmazlarına adeta ses olmuş bir
düşünürdür. Onun eserleri insanımızın, Batı karşısında düştüğü bunalımlı kimlik
arayışına, tüm çatışmalarına anlamlı bir ayna olmuş, onurlu ve erdemli bir
duruş sergilemiştir.
*Fiyaka Dergisi’nden Ocak 2021 alıntılanmıştır