Gül, Babacan, Ve Davutoğlu''nu kim pause yapmıştı
Türkiye, başta ABD olmak üzere Suriye PKK’sı üzerinden hesap yapanlara hep şunu söyledi:
“Terör koridoruna, terör devletçiğine asla izin vermeyeceğim!” dedi.
Batı’nın bölgemizde ne yapmaya çalıştığına dair kanaatimizi defalarca yazdık, söyledik. Açıktı niyetleri; Türkiye’yi durdurmak! Türkiye’yi mümkünse parçalamak, bu mümkün olmayacaksa güçsüz bırakmak. Bunu en iyi bilenlerden biri 11. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, diğer biri de eski başbakanlardan Sayın Ahmet Davutoğlu’dur.
Sayın Davutoğlu 1 Nisan 2016’da halen başbakan iken benim de aralarında bulunduğum bir grup gazeteciye batının niyetini anlatmış ve anlattıkları için önce “off the record” sonra “Biraz yumuşatarak yazabilirsiniz” demişti. Şahsen konunun hassasiyetine binaen bugüne kadar yazmadım, ama gerekirse artık mod a mod yazmamıza mani bir durum bulunmamaktadır.
İşte niyetleri Türkiye’yi teslim almak olan dost! ve müttefik! ülkelerin, stratejik ortakların! (nasıl ortaklıksa artık?) şeytani planlarını kabul etmeyeceğimizi defaatle söylediğimiz halde müttefiklerimiz bu planlarından vazgeçmediler. Onlar vazgeçmeyince biz onlardan vazgeçmeyi göze aldık.
Son dönemlerde Başkan Sayın R. Tayyip Erdoğan’ın, “Kendi göbeğimizi kendimiz keseriz” çıkışı ete kemiğe büründü ve 9 Ekim 2019 günü Türkiye Barış Pınarı Harekâtı ile Fırat’ın Doğu’suna girmiş oldu.
İşin ilginç ve düşündürücü yanı 9 Ekim 2019’a kadar ne Abdullah Gül ne Ahmet Davutoğlu ne de Ali Babacan kayda değer bir şey söylediler. Aylardır bu 3 şahsiyeti takip ediyorum, her üçü de oralı değil. (Pardon, “buralı değil” diyecektim)
Ne yapabilirlerdi?
Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlık yapmış bu 3 isim ne yapabilirlerdi de yapmadılar?
Çok şey!
Her 3 ismin de İngiltere Kraliçesi’nden tutun, Neocon’lara, ABD Başkan Adayı Demokratların önemli ismi Bayan Clinton’a kadar çok yüksek seviyede bağlantıları var. Kraliçe’nin “En özel konuğu” olacak kadar kendilerine yakın olan Sayın Gül, aynı zamanda Bayan Clinton’la da çok iyi ilişkilere sahip. Keza Sayın Babacan da Clinton’a çok yakın bir kişi. Sayın Davutoğlu’nun Clinton ile “çak” yapacak kadar yakın olduğunu bilmeyen mi var?
Hadi 9 Ekim öncesini anladık, bu ülkenin Cumhurbaşkanlığını, başbakanlığını, bakanlığını yapan bu 3 şahsiyet 9 Ekim sonrası nasıl boş durabildiler?
Hiçbir görev beklemeden; Kraliçe’den tutun Clinton Hanıma, Lordlar Kamarası’ndan Temsilciler Meclisi’ne, ABD Senatosu’na Türkiye’nin haklılığını anlatamazlar mıydı?
Bugün değilse ne zaman?
Harekata karşı çıkan dostlarına neden gidip Türkiye’nin, Son Kale Devletimizin haklılığını anlatmadılar?
Nasıl rahat uyuyabildiler?
Tarih bunu kaydetmez mi?
Bakınız,
ABD Başkanı Trump, 9 Ekim günü Başkan Erdoğan’a bir mektup yazar. Bu mektubun dili uygun bir dil değildi. Sayın Erdoğan da sürecin hassasiyetine binaen kamuoyu huzurunda cevap vermedi, ama en uygun cevabı mektubun ulaşmasından hemen sonra harekatı başlatarak vermiş oldu.
Peki,
Aradan 9 gün geçtikten sonra,
Yani Türkiye’nin Suriye’de ilerlediği bir süreçte, ABD’nin çaresiz kalması neticesinde Trump’ın, Başkan Yardımcısı M. Pence’i Türkiye’ye, “Türkiye’nin bütün şartlarını kabul ediyoruz” haberini iletmek üzere göndermeye saatler kala “o mektubun” basına sızdırılması üzerine Ahmet Davutoğlu ne yaptı?
D. Trump’ın 9 Ekim’de gönderdiği saçma mektup için Davutoğlu, “Sayın Cumhurbaşkanı’nın şahsında Türk milleti ve devleti rencide edilmiştir. Özür dilenmediği takdirde yarın yapılması beklenen görüşmeler ve ABD ziyareti acilen iptal edilmelidir.” demişti.
Zaten o mektubu basına sızdıran Evanjelistler de ziyaretlerin iptal edilmesini istediler. Bu ‘Sızıntı’cılar, Türkiye’nin 6 yıldır, 5 yıldır, 2 yıldır öne sürdüğü bütün şartları Trump/ABD’nin kabule hazır bir şekilde Başkan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı’nı Türkiye’ye gönderdiğinin haberini almışlardı ve Türkiye’nin bu kazanımlarını sabote etmek için, ABD Başkan Yardımcısı’nın Başkan Erdoğan ile görüşmesine saatler kala o mektubu basına sızdırdılar,
Ki Başkan Erdoğan da “Gelmeyin, istemiyorum sizi” desin ve bütün şartlarımızın kabul edileceği toplantı iptal edilsin, dolayısıyla Türkiye bu tarihi kazanımlardan mahrum kalsın…
Peki, Stratejik derinlik bunu neden göremedi? Ya da gerçekten gör(e)medi mi? Bu mektup sızdıktan sonra ilk tepkim, “Başkan Erdoğan’ın basiret ve ferasetine güveniyorum, mektubu sızdıranları sevindirmeyecektir” dedim.
‘Stratejik Derinlik’i okuyan ben bu oyunu görüyorum da Stratejik Derinlik’i yazan nasıl olur da bu şeytanlığı görmez, göremez?
Düşünebiliyor musunuz?
‘Stratejik Derinlik’ 8 saat sonra elde edilecek kazanımları göremiyor!
Gördüyse, Sayın Davutoğlu’nun “Ziyaretler iptal edilsin” çıkışı ne anlama geliyor?
“Bilincimizin bütün yaşantılarının, bütün duygularının, çabalarının, tasavvurlarının her defasında benim kendi yaşantılarım, benim duygularım, çabalarım, tasavvurlarım oluşu, onun özünden kaynaklana en belli başlı özelliğidir… Nasıl ki tuzun tadı bir yemeğin bütün birimlerine kadar girerse, ‘ben’in tadı da bilincimizin bütün yaşantılarının içinde öyle yer alır…” diyor Walter Porzig.
Harekatın başarısız olmasını isteyen var mıydı bilemem, lakin hareket sekteye uğrasaydı, Gül-Babacan da Davutoğlu da fırsat bu fırsat deyip alelacele partilerini kuracaklardı.
Kursunlar!