Dolar (USD)
32.57
Euro (EUR)
34.95
Gram Altın
2458.78
BIST 100
9890.81
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 Şubat 2023

Gücün sahibi

Dindarca Düşünmek*

Dindarlık, iman ettiği dinin gereklerini can-ı gönülden yerine getirmektir.

Ölçü budur.

Lakin bu ölçü kulların elindeki sübjektif gramajlarla değil, ilahi ölçüye göre takdir edilir. İnananlar dini yaşantılarını dinin ölçülerine göre belirler, ta ki dini şuurlanma ile çevresini aydınlatabilir (nurlandırma) mertebeye erişsin.

Dini hayat, şuurlanan mü’minin;

Dünyaya hatta evrene bakışını,

Bunlar hakkındaki zannını,

Kâinatın ilahi kudret ve iradenin yanındaki konumlanışına dair bilgi ve inancını belirler. Bu belirleme sürecindeki bir merhale, “kudretin zannettiğimiz kişide ve/ya yerde değil, bütünüyle varlığın yegâne sahibi olan Allah Subhanehu Teâla’da olduğunu” bilmekle başlar ve bunu tasdik ve ikrar etmekle devam eder.

Bu sebeple,

“La havle ve la kuvvete illa billah…” gibi, kelime-i tevhid olan “La ilahe illallah” diyen bir mü’min, istisnasız bütün güç ve kudretin tümüyle Allah Teâla’ya ait olduğunu tasdik ve ilan etmiştir. Bu iman ve ilandan sonra Rabbulalemin’in güç ve kudretini, ilim ve iradesini, hikmet ve rahmetini sorgulamayı küstahlık, had bilmezlik olarak kabul eder Müslümanın bilinci.

Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın cc -biz de dâhil- bütünüyle yarattıklarına var olmayı lütfettiği gibi, insanlara akıl ve iradeyi ihsan ettiği gibi gücü(nü) de dilediğinde izhar edebilir. Kula düşen bu izharı fark etmek ve bunu hamd ve şükür ile takdir etmektir. Mü’mine yakışan Allah’ın cc lütuf ve ihsanını hayatına yansıtmaktır.

Yukarıda mü’min ve sorgulamadan söz etmiştik. Evet, mü’min Allah’a ait olanı alır ve büyük bir huşu ile başına koyar. Kime verdi, nasıl verdi, neden aldı..? gibi sorgulama hadsizliktir. Ancak olan biteni anlamaya çalışması, bunlardan ders çıkarmayı esas alması, kısacası verirken de alırken de hikmetini düşünmesi sorgulama olarak değerlendirilmez. Yoksa Âlemlerin Yegâne Sahibi dilediğinden alabilir, dilediğine verebilir, dilediğinden kısabilir, dilediğine ziyade edebilir.

Bu itibarla;

Evrenlerin Sahibi olması hasebiyle Allah için, ilahi uygulamalar bağlamında büyük-küçük, güçlü-güçsüz, kuvvetli-zayıf fark etmez. En güçlü aslan ile cılız bir ceylan, yırtıcı kartal ile en küçük bir sinek, kedi ile fare, bir bakteri, tek hücreli ya da küçücük bir mikrop ile en büyük bir yaratık veya en ürkütücü bir göktaşının el-Kadir’in yanında hiçbir farkı yoktur. Allah Teâla’nın nezdinde hepsi birdir.

Biz haklı olarak aslanları ceylanlardan, kartalları sineklerden güçlü varsaysak bile bir sinek bir kartalı yere çalabilir, serçe doğandan, bülbül şahinden, kaplumbağa kaplandan daha güçlü çıkabilir.

Bizim de uğruna besteler dizerek aşklarını dile getirdiğimiz kırmızı gül, maşuku bülbülden daha büyük bir aşkla yanıp tutuşabilir ve bu uğurda çok büyük acılar yaşayabilir.

Keza halk arasında “gariban” ya da “biçare” yahut “zavallı” olarak bilinen biri asırlardır değişmemiş bir toplumu kimsenin inanamayacağı türden değiştirebilir.

Hiç ummadığınız hatta yaşantısını beğenmediğiniz bir kadın çıkar:

Ya Rabbi! Senin cennetini istediğim için, ya da cehenneminden sakınmak için sana ibadet ediyorsam kabul etme, diyerek bütün ümmetin ahlakını temsil ederek bu ağır yükü tek başına taşıyabilir.

Masalların kimsesizi, garibanı olan Keloğlan cihan sultanlarını yenebilir, sözleri ile padişahın düşüncelerini altüst edebilir.

Kimsesiz, aç-fakir bildiğimiz bir dilenci kral, kral dilenci olabilir…

Nasıl mı?

Fil sürüsünü cılız kuşlar tarumar etmedi mi?

Esir-köle ve bütün değerlerini yitiren İsrailoğulları güçlü Firavunları,

Bütün akrabalarına rağmen tek başına kalan, babası tarafından dışlanan genç/feta İbrahim korkunç derecede güçlü ve dahi zalim olan Nemrud’u ve yandaşlarını tarumar etmedi mi?

Bütün bunlara rağmen Firavun'u yenen Allah Subhanehu Teâla’nın kutlu elçisi Musa Rabbi’ne yakararak, 'zerre hayra muhtacım' diye büyük bir edeple niyazda bulunuyordu.

Rabbi’nin yardımı ve yol göstericiliği sayesinde tufandan kurtulan ve Allah’ın cc desteğiyle bütün inananları da ‘kurtaran’ Nuh, 'ben mağlubum' diye acziyetini ifade etmenin erdemini gösteriyordu.

Son Nebî, Âlemlere Rahmet Muhammed Mustafa ise Rabbi’nin “Seni terk etmedim… Bundan sonrası daha hayırlı olacak” kutlu sözüne rağmen yine de kulluğun şeref ve şükrü gereği, 'Rabbim! beni bir an bile bana bırakma' diye yakarıp dua ediyordu.

Neden mi?

Allah Tebarek Teâla’nın bu uygulamalarının anlamı neydi?

Âlemde olan biteni doğru okuduğumuzda göreceğiz ki hiçbir zaman, hiçbir şekilde yaratılmışların hiçbiri/eşya/nesne kudret ve kuvvete sahip değildir. Yegâne kudret, tek güç Âlemleri “iki eliyle” yaratan Allah’a cc aittir.

*E. Demirli Hoca’dan dinlediklerimi ancak bu kadarına sığdırabildim.