Gücün sahibi
Dindarca Düşünmek*
Dindarlık, iman ettiği dinin
gereklerini can-ı gönülden yerine getirmektir.
Ölçü budur.
Lakin bu ölçü kulların elindeki
sübjektif gramajlarla değil, ilahi ölçüye göre takdir edilir. İnananlar dini yaşantılarını
dinin ölçülerine göre belirler, ta ki dini şuurlanma ile çevresini
aydınlatabilir (nurlandırma) mertebeye erişsin.
Dini hayat, şuurlanan mü’minin;
Dünyaya hatta evrene bakışını,
Bunlar hakkındaki zannını,
Kâinatın ilahi kudret ve iradenin yanındaki
konumlanışına dair bilgi ve inancını belirler. Bu belirleme sürecindeki bir
merhale, “kudretin zannettiğimiz kişide
ve/ya yerde değil, bütünüyle varlığın yegâne sahibi olan Allah Subhanehu
Teâla’da olduğunu” bilmekle başlar ve bunu tasdik ve ikrar etmekle devam
eder.
Bu sebeple,
“La havle ve la kuvvete illa billah…” gibi, kelime-i tevhid olan “La ilahe illallah” diyen bir mü’min, istisnasız bütün güç ve
kudretin tümüyle Allah Teâla’ya ait olduğunu tasdik ve ilan etmiştir. Bu iman
ve ilandan sonra Rabbulalemin’in güç ve kudretini, ilim ve iradesini, hikmet ve
rahmetini sorgulamayı küstahlık, had bilmezlik olarak kabul eder Müslümanın
bilinci.
Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın cc -biz
de dâhil- bütünüyle yarattıklarına var olmayı lütfettiği gibi, insanlara akıl
ve iradeyi ihsan ettiği gibi gücü(nü) de dilediğinde izhar edebilir. Kula düşen
bu izharı fark etmek ve bunu hamd ve şükür ile takdir etmektir. Mü’mine yakışan
Allah’ın cc lütuf ve ihsanını hayatına yansıtmaktır.
Yukarıda mü’min ve sorgulamadan söz
etmiştik. Evet, mü’min Allah’a ait olanı alır ve büyük bir huşu ile başına
koyar. Kime verdi, nasıl verdi, neden aldı..? gibi sorgulama hadsizliktir.
Ancak olan biteni anlamaya çalışması, bunlardan ders çıkarmayı esas alması,
kısacası verirken de alırken de hikmetini düşünmesi sorgulama olarak
değerlendirilmez. Yoksa Âlemlerin Yegâne Sahibi dilediğinden alabilir,
dilediğine verebilir, dilediğinden kısabilir, dilediğine ziyade edebilir.
Bu itibarla;
Evrenlerin Sahibi olması hasebiyle
Allah için, ilahi uygulamalar bağlamında büyük-küçük, güçlü-güçsüz,
kuvvetli-zayıf fark etmez. En güçlü aslan ile cılız bir ceylan, yırtıcı kartal
ile en küçük bir sinek, kedi ile fare, bir bakteri, tek hücreli ya da küçücük
bir mikrop ile en büyük bir yaratık veya en ürkütücü bir göktaşının el-Kadir’in
yanında hiçbir farkı yoktur. Allah Teâla’nın nezdinde hepsi birdir.
Biz haklı olarak aslanları
ceylanlardan, kartalları sineklerden güçlü varsaysak bile bir sinek bir kartalı
yere çalabilir, serçe doğandan, bülbül şahinden, kaplumbağa kaplandan daha
güçlü çıkabilir.
Bizim de uğruna besteler dizerek
aşklarını dile getirdiğimiz kırmızı gül, maşuku bülbülden daha büyük bir aşkla
yanıp tutuşabilir ve bu uğurda çok büyük acılar yaşayabilir.
Keza halk arasında “gariban” ya da “biçare” yahut “zavallı”
olarak bilinen biri asırlardır değişmemiş bir toplumu kimsenin inanamayacağı
türden değiştirebilir.
Hiç ummadığınız hatta yaşantısını
beğenmediğiniz bir kadın çıkar:
Ya Rabbi! Senin cennetini istediğim için, ya da cehenneminden sakınmak
için sana ibadet ediyorsam kabul etme, diyerek bütün ümmetin ahlakını temsil ederek bu ağır yükü
tek başına taşıyabilir.
Masalların kimsesizi, garibanı olan
Keloğlan cihan sultanlarını yenebilir, sözleri ile padişahın düşüncelerini
altüst edebilir.
Kimsesiz, aç-fakir bildiğimiz bir
dilenci kral, kral dilenci olabilir…
Nasıl mı?
Fil sürüsünü cılız kuşlar tarumar
etmedi mi?
Esir-köle ve bütün değerlerini
yitiren İsrailoğulları güçlü Firavunları,
Bütün akrabalarına rağmen tek başına
kalan, babası tarafından dışlanan genç/feta İbrahim korkunç derecede güçlü ve
dahi zalim olan Nemrud’u ve yandaşlarını tarumar etmedi mi?
Bütün bunlara rağmen Firavun'u yenen
Allah Subhanehu Teâla’nın kutlu elçisi Musa Rabbi’ne yakararak, 'zerre hayra muhtacım' diye büyük bir
edeple niyazda bulunuyordu.
Rabbi’nin yardımı ve yol
göstericiliği sayesinde tufandan kurtulan ve Allah’ın cc desteğiyle bütün
inananları da ‘kurtaran’ Nuh, 'ben mağlubum' diye acziyetini ifade
etmenin erdemini gösteriyordu.
Son Nebî, Âlemlere Rahmet Muhammed
Mustafa ise Rabbi’nin “Seni terk etmedim…
Bundan sonrası daha hayırlı olacak” kutlu sözüne rağmen yine de kulluğun
şeref ve şükrü gereği, 'Rabbim! beni bir
an bile bana bırakma' diye yakarıp dua ediyordu.
Neden mi?
Allah Tebarek Teâla’nın bu
uygulamalarının anlamı neydi?
Âlemde olan biteni doğru okuduğumuzda
göreceğiz ki hiçbir zaman, hiçbir şekilde yaratılmışların hiçbiri/eşya/nesne
kudret ve kuvvete sahip değildir. Yegâne kudret, tek güç Âlemleri “iki eliyle” yaratan Allah’a cc aittir.
*E. Demirli Hoca’dan dinlediklerimi ancak bu kadarına
sığdırabildim.