Güçlü ülke Türkiye
Tarihin seyrine bakıldığında üç yüz yıl gibi bir dönemdir dünyanın bozguncular ve zalimler tarafından yönlendirildiği görülür. Bu dönem boyunca dünyadaki hâkim fikir, hâkim güç ve dünya meselelerinde etkin olan devletler yer değiştirmiştir. Haliyle zihniyet ve uygulamalar da değişmiştir.
Uzun yıllar boyunca dünyadaki zihniyet ve uygulamalara
hâkim olan mahkûm, mahkûm olan hâkim olmuştur. Bunu başaran hâkim güç, bu
coğrafyanın elindeki ilim teknik, yönetim ve insan kaynağı tasavvuruna dair her
ne varsa hepsini alıp her birini değiştirip güncelleyerek geliştirmiş ve
potansiyel gücünü ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla dünya düzeni değişmiş,
savaşlar, ölümler, hastalıklar ve mustariplerin sayısı bilerek arttırılmıştır.
Uzun yıllar
hatta yüzyıllar boyunca dünya meselelerinde ülkemizin gücü ise bile isteye
azaltılmış, gücü arttırmak için gereken gayret de neredeyse yok edilmiştir. Bu durumun böyle olmasında birçok sebep vardır. Niyet
ve irade noksanlığı, yasaların yetersizliği, ahlakın zayıflaması, insan
kaynakları tasavvurunun gerilemesi başlıcalarıdır.
Ülkemizin güçlü bir ülke olması, devletimizin güçlü
bir devlet olması, milletimizin yüksek bir ahlak ile yaşaması ve insan
kaynaklarının doğru yönetilmesi tüm Türkiye’nin gerçek hayalidir. İnançları da
böyledir, gayeleri de böyledir. Herkesin bu konudaki tek duası “maddi ve manevi olarak güçlü bir Türkiye,
yeniden büyük Türkiye’dir”.
Güçlü bir ülke olabilmek için ülkeye para lazımdır,
toprak lazımdır. Bunların her birinden daha da önemli olan ise yetişmiş insan
lazımdır. Yeterli sayıda insanınız varsa paranızı, işletmelerinizi ve
toprağınızı işleyerek büyük bir ülke, büyük bir devlet olabilirsiniz.
Yeterli sayıda insanınızın olması da bazen kâfi
gelmeyebilir. Örneğin Afrika ülkeleri gibi. İnsan ve toprağa sahiptirler ancak
gerek bozguncu ülkelerin gerekse iç karışıklıklarının sebebiyle bugüne kadar
kafalarını kaldırıp büyük bir ülke olamamışlardır.
Afrika ülkelerini örnek vermemizin en önemli özelliği
şudur: Her şeyiniz olabilir ama çok iyi
bir insan kaynakları tasavvurunuz ve kurulu yönetim tecrübeniz yok ya da noksan
ise ülkeniz için başaracaklarınızın sayısı çok az kalacaktır. Afrika’da da
aynen böyle olmuştur.
Ülkemiz daha önce çok değişik isim ve devletlerle
değişik tarih ve coğrafyalarda niyet ve irade, yüksek bir ahlak ve insan
kaynakları yönetimi ile büyük bir güç, büyük bir medeniyet olmayı başarabilmiştir.
Bunları başarırken milleti ve devleti ile ortak bir fikir, ortak bir ahlak
etrafında birlik olmuş, insan kaynağını çok doğru bir şekilde yönetmişlerdir. Kaliteli
yasaları ile de bu düzeni hem teşvik etmiş hem de korumuşlardır.
Bu ortak fikir ve ortak ahlakla beraber ülke için
ortaya koydukları yasalar, bu toprağın ve bu coğrafyanın kendisinden menşe
bulmuştur. Yasaların ne milletle ne
inançları ile bir kavgası görülmemiştir. Şu anki mevcut yasa ve anayasa gibi maalesef
yamalı bir bohça olmamış ve yüzyıllarca ülkemizle kavgası olanlardan hayâ
edilmeden alınmamıştır. Bu yasaları oluştururken sadece kendi gayretleri ile
kendi kültürlerinden beslenmişlerdir.
İnsan kaynaklarını çok iyi kullanan ve bunun neticesinde kültürlerinin olgunluk devirlerini yaşayan Batı ile dün olduğu gibi bugün de rekabet ediyoruz. Batı, şu an net bir şekilde yaşlılık devresini yaşıyor. Batının en güçlü ülkesi Amerika ve Avrupa’nın en güçlü ülkesi Almanya şu an çökmek üzereler. Öngörümüze göre Batı, son güçlü çeyrek yüzyıllarının içerisine girdi. Biz ise şu an yüzyıllık tarihimize baktığımızda daha buluğ çağındayız. Biz onlarla rekabet ederken, yeni yasalarla, yüksek bir ahlakla, insan kaynakları tasavvuru ile bilgi, fikir ve teknolojide çok üretmek zorundayız. Zorundayız çünkü ancak bu şekilde onları yakalayıp geçebiliriz. Yoksa sadece havanda su, sonrasında da dizimizi döveriz.