Dolar (USD)
32.55
Euro (EUR)
34.86
Gram Altın
2430.95
BIST 100
9645.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

14 Temmuz 2019

Güçlü erkek, güçlü toplum!

Modernizmle birlikte dilimize pelesenk olan “güçlü kadın” ifadesi ne tam anlamıyla kadınları mutlu etti ne de hiçbir vakit erkekleri! Güçlü kadın kimdi/neydi, bunun yolu yormadı var mıydı, kim/nasıl güçlü kadın olabilirdi?

Kimdi güçlü kadın? Erkek gibi sert, duygudan uzak, tüm sorumluluğu üstlenen, eve para getiren, hem evde hem işyerinde çalışan, çocuğuna hem anne hem baba olan mıydı?

Henüz küçükken, ailenin erkek çocuğunu sadece okumakla üzerindeki sorumluluğu yerine getirirken kız çocuğu olarak hem okula gitmesi hem evde annesine temizlik-bulaşıkta yardım etmesi, küçük kardeşinin bakımını üstlenmesi, misafirlere servis etmesi gerektiği için mi güçlü kadın olmanın yolları açılmıştı kendisine?!

Evin erkek çocuğu binbir naz niyaz sabah okula kaldırılıp gönderilirken anneyle birlikte kalkıp bir de kahvaltıya yardım ettiği için mi güç kazanmak zorunda kalmıştı?

Orta-lise yılları bu şekilde ilerlerken üniversite eğitimini ailesinin bulunduğu şehirde görmüşse sistem aynı şekilde ilerlemiş değilse erkek çocuğun savurganlığına karşılık tüm tasarruf, anlayış, tedbir kendisinden beklendiğinden mi daha güçlü olması gerekmişti?

Evlilik ile birlikte aynı işte çalıştığı kocası kadar işyerinde çalışırken eve gelince direkt mutfağa yemeğe, eve temizliğe giriştiğinden mi gittikçe güç kazanmıştı?

Bir çocuk sonra ikincisi derken; hamilelik, emzirme dönemi, kreş çağı hep çırpınıp duran kendisi olduğu için mi kolları daha uzamış, kalbi genişlemiş, beyni çok yönlü çalışmak zorunda kalmış, güçlendikçe güçlenmişti…

Tabii diğer yandan da misafirleri ağırlamak, akrabaların gönlünü görmek-hatrını saymak omuzlarındaki yüklerinden olduğundan mı omuzları gittikçe genişlemişti?

Erkek yani kocası mı?

Onun hiçbir vakit güçlü olması gerekmemiş!

Sabah karısıyla birlikte çıktığı evden akşam karısıyla birlikte girmiş, kumandayı en yakın dost, televizyon karşısındaki kanepeyi dinlenmegah eylemiş, haber programları arasında sörf yapıp dururken karısının yaptığı yemeğe puan vermiş, akıl yürütmüş, biraz da göbek bağlamış…

İşyerinde kadınların erkekleştiğinden dem vurmuş, erkeğe saygısının azaldığını anlatmış, güçlü kadın zırvaları yüzünde aile yapısının zarar gördüğünü, boşanmaların arttığını anlatıp duyarlı bir muhafazakâr taklidi yapmış…

Çocukların gideceği okuldan, tatilde kalınacak mekâna kadar karısının karar vermesi gerekmiş, çocukların sınavlarından sadece annelerinin haberi olmuş ilgilenmiş; baba/erkek yine televizyon seyretmiş…

Nargile kafelerde, sosyal medyada DM’den el âlemin karısına kızına yürürken, her ortamda flört etmeyi alışkanlığa dönüştürürken bunlara da güçlü kadından yakınmayı ihmal etmemiş…

Erkeğin sarsılan otoritesinden, güç kaybından bahsederken en başta kendi karısı sonra da mahalleli kadınları feminizmle, yozlaşmakla suçlamayı unutmamış…

Ne kadar da çok “mış” varmış…

Oysa bu hikâyedeki hiçbir kadının güçlü olma gibi bir derdi, muradı yokmuş. Erkek kadar ekmek getirdiği evin tüm yükünün, çocukla ilgili tüm sorumluluğun üstüne kalmasına hiç de talip olmamış…

Sadece ve sadece onarma çabası içinde çırpınırken gittikçe silikleşen bir erkek kimliğinin evrenin her yerine sirayet ettiğinin ayırtına bile varmamış…

Sesi bile kalınlaşmış, kalbindeki yumuşaklık sertleşmeye başlamış; selülitini-çatlağını dert edinen bir erkeğin eşi olduğu için ne kadar güçlenmek zorunda olduğunun farkına dahi varmamış…

Bu hikâyede ne kadar da çok “mış” varmış…

Sahi, bu hikâyeyi kim sevdi?

Twitter.com/sabihadogann