Gruba sadakat, fedailik ve Taha Akyol'un tecrübeleri
Fethullah Gülen'in "O arkadaşların yerinde olmak isterdim" temennisinden sonra bir şahsın Cumhurbaşkanı'na yönelik ağır hakaretler içeren bir tweetine denk geldim. O kadar iğrenç, ağza alınmayacak hakaretler sarf ediyordu ki sahip olduğum edep ve ahlak onları buraya yazmamı engelliyor. Bu şahsın hakaretleri hakkında suç duyurusunda bulunulmuş fakat beni asıl ilgilendiren tarafı şu oldu. Ben bu hakareti bireyin kendini grubu uğruna feda etme şeklinde algıladım. Bu şahıs güya kendini feda ederek aynı zamanda ahlaki otorite olarak kabul edilen liderinin yerinde olmak istediği insanların makamına ulaşmak istiyor. Bu durum aynı zamanda bireyin grubuna gösterdiği teslimiyetin de bir göstergesi. Sadece bu hakaret üzerinden değil birçok grup üyesi insan şu sıralar destan yazdıklarını grubun diğer üyelerini de tarihe geçen şahsiyetler olarak gördüklerini ifade ediyorlar. Örneğin bir grup üyesi, bana attığı bir mesajda; bu davanın tüm dünyaya ihtiyacı olduğunu, asla vazgeçmeyeceklerini çünkü bu davanın Allah'ın davası olduğunu yazmış. Çünkü liderleri onlar için öbür tarafta "Böyle reftare yürüyor gibi cennet bahçelerinde yürüyeceksiniz" diyor. İlginç bir psikoloji. Gelin bu meseleyi Laurie Calhoun'un Grup Sadakati üzerine yazdığı bir makale üzerinden biraz açmaya gayret edelim.
Diğer insanların ahlaki doğruları bizden daha iyi keşfettiklerine dair elimizde herhangi bir rasyonel veri bulunmamaktadır diyor Calhoun. Bu bakımdan grup sadakatine teslimiyet gösteren kişilerin şu soruyu doğru cevap bulmakta zorlandıkları görülür. Bir kişinin ahlaki otorite olarak kabul edilmesini sağlayan nedir? Sadakate iman etmiş bir ferdin bu tür bir sorgulama yapmayacağı aşikar. Dolayısıyla sık dokulu yapılarda ahlak felsefesinin temel sorusu olan ne yapmalıyım sorusuna verilen cevap gayet basittir; "Sana söyleneni yap." Calhoun grupta haklı olan güçtür der. Bu sebeple ne yapmalıyım sorusunun cevabı artık iyice kolaylaşmıştır. Bana söyleneni yapmalıyım. Bu öylesine güçlenmiş bir birlikteliktir ki gruba muhalif bireylerin, gruptakiler tarafından öteki, aykırı hatta meczup ve hain olarak damgalanmalarına neden olur. Kendini davaya feda etme biçiminde ortaya çıkan bu tür bir teslimiyet grup sadakatinin en temel unsurlarından biridir.Eric Hoffer'in 'Hayatını kutsal saydığı bir amaç için feda etmeye hazır olan kişi' olarak tanımladığı kesin inançlılardan farklı bir şey değildir bu.
Sadakatte beklenen iyi ile kötü politikaları, prensipleri ayırt etmeksizin desteklemektir. Küçük bir ihanet en temel değeri sadakat olan ve üyelerinin sadakatini suda sektiren taşların oluşturduğu halka etkisine benzer bir dağılmaya neden olacağından ihanet edenlerden genellikle yıkıcı ve öldürücü intikam alınır. Cemaat cenahında Latif Erdoğan'ın ve Hüseyin Gülerce'nin gruptakiler tarafından hain ilan edilmesi gibi. Hal böyle olunca ivedilikle sadakati en üst seviyeye çekmenin yolları aranır. Elbette burada liderin oynadığı rol inkar edilemez. Calhoun, yöneticileri insan olan, bundan dolayı hata yapma ihtimali olan ve yozlaşmış kurumlar oluşturma potansiyeline sahip bu tür bir birlikteliği tehlikeli bulur. Eğer ahlaki açıdan bozuk bir kişi grubun liderliğini yapıyorsa doğal olarak Nazi yasalarında görüldüğü gibi grubun prensipleri de ahlakilikten uzaklaşacaktır. Haklarında oluşturulan onca önyargıya rağmen kaç Alman, Yahudi komşusunu yakmak fikrini aklından geçiriyordu? Asla yapmayacakları bir şeyi sırf sadakat onu gerektiriyor diye ikna edilmişlerdi. Bu öyle bir şeydir ki tarih boyunca pek az insan gruptaki hakim görüşe karşı çıkma cesareti gösterebilmiştir. Grup ölümcül hatalar yapsa bile bu durum değişmemiştir. Ta ki ferd kendi vicdanının sesini dinleyene kadar.
Taha Akyol tavsiyelerine devam etmeli
Taha Akyolkendi hatalarından ve tecrübelerinden de yola çıkarak günümüz gençliğine tavsiyelerde bulunduğu kıymetli bir çalışması bulunmaktadır. "Hayat Yolunda Gençler için Anılar ve Öneriler" adlı bu kitapta bir bakıma grup sadakatinin nelere mal olduğunu acı örneklerle anlatır. Akyol, gençlere;" İdeolojik örgütler sık dokulu mistik gruplar seni tuzaklarına düşürüp emir eri haline getirmek için bekliyor. Bir gaflet edip delikanlılık duygularıyla kendini kaptırırsan kurtulman çok zor" diyerek ciddi bir uyarıda bulunuyor. Ve bir de tavsiyede bulunuyor; "Sen bilgi toplumunda yaşamaya kendini ona göre hazırlamaya siyasi inançlarını ona göre gözden geçirmeye mecbursun. Bilgi toplumu senden ağabeylerine göre daha çok gayret daha kuvvetli kişilik istiyor. Daha sağlam irade ve karakter daha çok bilgi ve yaratıcı düşünce istiyor."
Kitap bir dönemin sağ-sol çatışmasının doğurduğu acı örneklerle devam ediyor ve Taha Akyol bu yaşanmışlıklardan yola çıkarak gençlere çok yerinde tavsiyelerde bulunuyor. Fakat ben Taha Akyol'un 68 Kuşağı ve DHKP-C gibi örgütlerden yola çıkarak sürdürdüğü bu tavrını günümüzde de devam ettirmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bugün de Gülen cemaati gibi sık dokulu, hiyerarşik ve yukarıda bahsetmeye çalıştığım grup sadakatin üstün tutulduğu yapılarda da gençler ziyan ediliyor. Bu yapı içerisinde harcanan gençlere Taha Bey bir iki tavsiye de bulunmayacak mı? Cemaat yıllardır binlerce genci kendi emelleri doğrultusunda sıkıbir endoktrinasyondan geçirmedi mi?Öyle ki devlet memuru olan bu gençler kendi amirinden değil de ağabeylerinden talimat almaya başlamıyorlar mı? Bu insanlar hür iradelerini kullanabiliyorlar mı? Kendi vicdanları doğrultusunda bir dünya bakışı geliştirebiliyorlar mı? Babasını evladından kopartan bu tür sık dokulu ideolojik yapılar geçmişte yaşadıklarımızdan daha mı farklı şeyler?
Evet, grup sadakatinin bu denli yüceltildiği yapıların esiri olmuş bu gençlere de iki çift tavsiyede bulunmayacak mısınız? Grup sadakatinin zamanla bir vahşet makinesine dönüşebileceği ihtimali zayıf bir ihtimal midir? Kendi tecrübeleriniz buna şahit değil mi?
twitter.com/sivildemokrat