Gözler Türkiye'de!
Terörist İsrail’in soykırımını hep birlikte izliyoruz.
Öfkeleniyor, isyan ediyoruz.
Ne yapacağımızı bilemiyoruz;
dursan duramazsın, gitsen gidemezsin, kalsan kalamazsın.
İstanbul’da miting var işte,
oradan Gazze’ye destek vereceğiz.
Osmanlı’nın Başkenti’nden
yükselecek tepkinin elbette anlamı var, ancak derde çare değil!..
Çare ne?
O da belli değil!..
Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan, diplomatik dille “Türkiye dışındaki ülkelerin Siyonist
sermayeye göbekten bağlı olduğunu” söylüyor.
Bizim dışımızdakiler ele
geçirilmiş, bitirilmiş!..
Bizim de elimizin geniş olmadığı
ortada.
Her ülkenin yapısına göre
operasyon çekiyor, Siyonizm.
Mısır’da darbe yaptırdı mesela,
rahatlıkla yönetebileceği kişiyi iktidara getirip, Merhum Mursi’yi katlettirdi.
Türkiye’de ise “darbe girişimleri”
arzu ettikleri sonuçları “tam olarak” vermedi ama, hepsinin ağır faturaları
oldu.
Arkasında Siyonizm’in bulunduğu 28
Şubat postmodern darbesinin Türkiye’ye maliyeti ne kadar olmuştur sizce?
Sadece gezi olaylarından bu yana
yaşadıklarımızın maliyetlerini üst üste koysak, en büyük ekonomileri bile
zorlayacak rakam çıkar karşımıza…
Türkiye’yi yıkamadılar ama, epeyce
dayak yemiş bir boksöre döndürdüler.
Siyasi istikrarın devam etmesi,
Eski Türkiye’nin iktidara gelmemesi için de kesenin ağzını iyice açmak gerekti.
Sonuçta, yırtık büyük yama çok
küçük durumu çıktı ortaya.
Etrafımız da kuşatıldı, memleket
içeriyi karıştıran, dengeleri alt üst eden tezgâhlarla uğraşırken…
Türkiye, ABD’nin, Rusya’nın,
İngiltere’nin, Almanya’nın, Fransa’nın, AB’nin; aslında hepsini yöneten
İsrail’in kurdurup yönettiği terör örgütleri ile uğraşmanın maliyetlerine
katlanmak mecburiyetinde kaldı.
Velhasılı, Türkiye’de “Sisi
darbesi”ni yaptıramadılar ama bizleri epeyce de yıprattılar ve
kutuplaştırdılar.
Kutuplaştırıyorlar…
Tehditler arttıkça, mecburen
güvenlik ağırlıklı politikalara yöneliyorsun…
Bu da tabii olarak, kamplaşmayı
arttırıyor.
Taraflar birbirlerini dinleyip
anlamaya, fikirle ikna etmeye çalışmak yerine, “çatışmaya” yöneliyor.
Her mesele kriz haline geliyor,
ormanlarımız yanarken bile, birbirimizi
yemekle meşgul oluyoruz…
Dert çok, uzatmayalım.
Mısır’da darbe yaptırdılar, Suudi
Arabistan’ı “filan” tam mânâsıyla Suudi Amerika haline getirdiler…
Türkiye’yi ise, seri
operasyonlarla iyice yıprattılar.
Her şeye rağmen, bir şey
yapabilecek, soykırımcılara “geri adım” attırtabilecek tek ülke olarak
Türkiye’ye işaret ediliyor.
Bu neden böyle?
Birincisi, biz Osmanlı
Medeniyeti’nin evlâtlarıyız.
İçimizden bazıları Osmanlı’dan
nefret etse de, yok saymaya kalksa da, vaziyet hiç de öyle değil.
Yüzyılların izleri öyle kolay
kolay silinmiyor.
Türkiye de, Osmanlı’nın devamı
olmanın sorumluluğunu yüklenmek durumunda kalıyor.
Bu bizim asla geri duramayacağımız
bir görev…
Osmanlı’nın mirasçısı olmak çok
büyük sorumluluklar yüklüyor bize…
Beklentinin bu kadar büyük
olmasının birinci sebebi bu.
Bir de, tabii Sayın Erdoğan’ın
Türkiye’dekinden de fazla olan etkisi.
Hangi halkı Müslüman ülkeye
giderseniz gidin, Erdoğan ağırlığını görüyorsunuz…
“One Minute” ile zirveye çıkan dünya çapında şöhret, beden dilini
kullanmaktaki etkinlik, Osmanlı Ruhu’na en yakın Devlet Adamı olarak tanınma hâli,
Sayın Erdoğan’dan beklentileri arttırıyor.
Bu beklentilere karşılık
verebilmek için diplomasinin bütün imkânlarını kullanıyor Sayın Erdoğan.
Soykırımın durması, insani yardımların ulaşması, Türkiye'nin garantör ülke
olabilmesi için gece gündüz çalışıyor ekibiyle birlikte.
Dünyada ses getirebilecek tepkiler
de O'ndan geliyor. Partisi'nin dünkü grup toplantısındaki "Hamas
bir terör örgütü değil, topraklarını ve vatandaşlarını koruma mücadelesi veren
bir kurtuluş ve bir mücahitler grubudur!" cümlesi meselâ...
Böylesi çıkışlar İslâm Âlemi'ne
bir nebze olsun moral veriyor...
Veriyor da...
Bir Türkiye var işte, sadece Türkiye!
Biz de bin türlü belâ ile
uğraşıyoruz!
Böyle bir durum işte, üst üste
operasyonlardan dolayı çok sıkıştırılmış haldeyiz, Siyonizm’in ve kontrolündeki
devletlerin hedefindeyiz.
İçeride kaşınmaya müsait ve sıkça
da kaşınan nice hassas noktamız var.
Parlamentomuzda, ülkeyi bölme
projesinin taşıyıcılığını yapanlar bile var!
Bir Sayın Bakan’ın, istifa ederken
kullandığı “At izi it izine karıştı,
sonumuz hayrolsun!” cümlesi, çoğumuzun dilinde…
Artık hemen herkesten şüphelenir
haldeyiz.
Güven duygusu iyice zedelendi.
Hassasiyet sahibi olması gereken
sivil toplum örgütlerimizin çoğu, pelteleşmiş durumda.
Medyamız ve üniversitelerimiz de
öyle.
Türkiye sınırları dışında etkili
olabilen bir tek medya organımız yok.
Üniversitelerimiz derseniz; işte
görüyorsunuz hallerini!
Ne olursa olsun, biz Osmanlı’nın
torunlarıyız.
İslâm Sancağı’nı asırlar boyunca
kıta kıta dalgalandıran kahramanların mirasçılarıyız.
Bizim düşmeye hakkımız yok.
Biz düşersek, her şey düşer…
Allah korusun;
Gazze düşerse, İstanbul düşer,
Ankara düşer!..
İstanbul ve Ankara düşerse,
insanlık için tam bir felâket olur!..
Her yer, bugün zulüm altında
inleyen Gazze olur!..
Onun için…
Bizim bu hallerde olmaya hakkımız
yok.
Bir yerden başlamak lâzım!..
Evet, başlamak!..
Bugün doğanlardan başlayarak,
evde, okulda “Anadolu İrfanı” ile tanıştıramaz mıyız her ferdimizi?
Zararın neresinden dönersen kâr!
Osmanlı ile Cumhuriyeti
buluşturmayı, barıştırmayı başaramazsak..
Günün birinde, “Avustralyalılara bak, İngiltere’nin
güdümünde mis gibi yaşıyorlar!..
Onların da bayrakları, marşları var, ne olmuş yani!” diyen tiplerin
oranının yüzde 50 artı 1’i bulduğunu görürüz Allah korusun!..
Ondan sonra da…
Tefekkür!