Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Ekim 2023

Gözler Türkiye'de!

Terörist İsrail’in soykırımını hep birlikte izliyoruz.

Öfkeleniyor, isyan ediyoruz.

Ne yapacağımızı bilemiyoruz; dursan duramazsın, gitsen gidemezsin, kalsan kalamazsın.

İstanbul’da miting var işte, oradan Gazze’ye destek vereceğiz.

Osmanlı’nın Başkenti’nden yükselecek tepkinin elbette anlamı var, ancak derde çare değil!..

Çare ne?

O da belli değil!..

Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan, diplomatik dille “Türkiye dışındaki ülkelerin Siyonist sermayeye göbekten bağlı olduğunu” söylüyor.

Bizim dışımızdakiler ele geçirilmiş, bitirilmiş!..

Bizim de elimizin geniş olmadığı ortada.

Her ülkenin yapısına göre operasyon çekiyor, Siyonizm.

Mısır’da darbe yaptırdı mesela, rahatlıkla yönetebileceği kişiyi iktidara getirip, Merhum Mursi’yi katlettirdi.

Türkiye’de ise “darbe girişimleri” arzu ettikleri sonuçları “tam olarak” vermedi ama, hepsinin ağır faturaları oldu.

Arkasında Siyonizm’in bulunduğu 28 Şubat postmodern darbesinin Türkiye’ye maliyeti ne kadar olmuştur sizce?

Sadece gezi olaylarından bu yana yaşadıklarımızın maliyetlerini üst üste koysak, en büyük ekonomileri bile zorlayacak rakam çıkar karşımıza…

Türkiye’yi yıkamadılar ama, epeyce dayak yemiş bir boksöre döndürdüler.

Siyasi istikrarın devam etmesi, Eski Türkiye’nin iktidara gelmemesi için de kesenin ağzını iyice açmak gerekti.

Sonuçta, yırtık büyük yama çok küçük durumu çıktı ortaya.

Etrafımız da kuşatıldı, memleket içeriyi karıştıran, dengeleri alt üst eden tezgâhlarla uğraşırken…

Türkiye, ABD’nin, Rusya’nın, İngiltere’nin, Almanya’nın, Fransa’nın, AB’nin; aslında hepsini yöneten İsrail’in kurdurup yönettiği terör örgütleri ile uğraşmanın maliyetlerine katlanmak mecburiyetinde kaldı.

Velhasılı, Türkiye’de “Sisi darbesi”ni yaptıramadılar ama bizleri epeyce de yıprattılar ve kutuplaştırdılar.

Kutuplaştırıyorlar…

Tehditler arttıkça, mecburen güvenlik ağırlıklı politikalara yöneliyorsun…

Bu da tabii olarak, kamplaşmayı arttırıyor.

Taraflar birbirlerini dinleyip anlamaya, fikirle ikna etmeye çalışmak yerine, “çatışmaya” yöneliyor.

Her mesele kriz haline geliyor, ormanlarımız yanarken bile, birbirimizi yemekle meşgul oluyoruz…

Dert çok, uzatmayalım.

Mısır’da darbe yaptırdılar, Suudi Arabistan’ı “filan” tam mânâsıyla Suudi Amerika haline getirdiler…

Türkiye’yi ise, seri operasyonlarla iyice yıprattılar.

Her şeye rağmen, bir şey yapabilecek, soykırımcılara “geri adım” attırtabilecek tek ülke olarak Türkiye’ye işaret ediliyor.

Bu neden böyle?

Birincisi, biz Osmanlı Medeniyeti’nin evlâtlarıyız.

İçimizden bazıları Osmanlı’dan nefret etse de, yok saymaya kalksa da, vaziyet hiç de öyle değil.

Yüzyılların izleri öyle kolay kolay silinmiyor.

Türkiye de, Osmanlı’nın devamı olmanın sorumluluğunu yüklenmek durumunda kalıyor.

Bu bizim asla geri duramayacağımız bir görev…

Osmanlı’nın mirasçısı olmak çok büyük sorumluluklar yüklüyor bize…

Beklentinin bu kadar büyük olmasının birinci sebebi bu.

Bir de, tabii Sayın Erdoğan’ın Türkiye’dekinden de fazla olan etkisi.

Hangi halkı Müslüman ülkeye giderseniz gidin, Erdoğan ağırlığını görüyorsunuz…

“One Minute” ile zirveye çıkan dünya çapında şöhret, beden dilini kullanmaktaki etkinlik, Osmanlı Ruhu’na en yakın Devlet Adamı olarak tanınma hâli, Sayın Erdoğan’dan beklentileri arttırıyor.

Bu beklentilere karşılık verebilmek için diplomasinin bütün imkânlarını kullanıyor Sayın Erdoğan. Soykırımın durması, insani yardımların ulaşması, Türkiye'nin garantör ülke olabilmesi için gece gündüz çalışıyor ekibiyle birlikte.

Dünyada ses getirebilecek tepkiler de O'ndan geliyor. Partisi'nin dünkü grup toplantısındaki "Hamas bir terör örgütü değil, topraklarını ve vatandaşlarını koruma mücadelesi veren bir kurtuluş ve bir mücahitler grubudur!" cümlesi meselâ...

Böylesi çıkışlar İslâm Âlemi'ne bir nebze olsun moral veriyor...

Veriyor da...

Bir Türkiye var işte, sadece Türkiye!

Biz de bin türlü belâ ile uğraşıyoruz!

Böyle bir durum işte, üst üste operasyonlardan dolayı çok sıkıştırılmış haldeyiz, Siyonizm’in ve kontrolündeki devletlerin hedefindeyiz.

İçeride kaşınmaya müsait ve sıkça da kaşınan nice hassas noktamız var.

Parlamentomuzda, ülkeyi bölme projesinin taşıyıcılığını yapanlar bile var!

Bir Sayın Bakan’ın, istifa ederken kullandığı “At izi it izine karıştı, sonumuz hayrolsun!” cümlesi, çoğumuzun dilinde…

Artık hemen herkesten şüphelenir haldeyiz.

Güven duygusu iyice zedelendi.

Hassasiyet sahibi olması gereken sivil toplum örgütlerimizin çoğu, pelteleşmiş durumda.

Medyamız ve üniversitelerimiz de öyle.

Türkiye sınırları dışında etkili olabilen bir tek medya organımız yok.

Üniversitelerimiz derseniz; işte görüyorsunuz hallerini!

Ne olursa olsun, biz Osmanlı’nın torunlarıyız.

İslâm Sancağı’nı asırlar boyunca kıta kıta dalgalandıran kahramanların mirasçılarıyız.

Bizim düşmeye hakkımız yok.

Biz düşersek, her şey düşer…

Allah korusun;

Gazze düşerse, İstanbul düşer, Ankara düşer!..

İstanbul ve Ankara düşerse, insanlık için tam bir felâket olur!..

Her yer, bugün zulüm altında inleyen Gazze olur!..

Onun için…

Bizim bu hallerde olmaya hakkımız yok.

Bir yerden başlamak lâzım!..

Evet, başlamak!..

Bugün doğanlardan başlayarak, evde, okulda “Anadolu İrfanı” ile tanıştıramaz mıyız her ferdimizi?

Zararın neresinden dönersen kâr!

Osmanlı ile Cumhuriyeti buluşturmayı, barıştırmayı başaramazsak..

Günün birinde, “Avustralyalılara bak, İngiltere’nin güdümünde mis gibi yaşıyorlar!..

Onların da bayrakları, marşları var, ne olmuş yani!” diyen tiplerin oranının yüzde 50 artı 1’i bulduğunu görürüz Allah korusun!..

Ondan sonra da…

Tefekkür!