Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.78
Gram Altın
2972.66
BIST 100
9727.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

"Görün"düğün gibi "ol"abildin mi?

Mevlâna’nın “ya olduğun gibi görün/Ya da göründüğün gibi ol” sözü yüzyıllardır “olmak” ve “görünmek” arasındaki mesafeyi içsel ve dışsal anlamda azaltmayı hedefleyen; ancak belki bundan daha fazla kendi felsefesi gereği “olmak” üzerine yığınak yapan bir içeriğe sahiptir.

“Olmak” insanın kendi tabiatında potansiyel pozitif boyutları amel düzeyine çıkarmak, “insan-ı kamil” düzeyine ulaşabilmek üzere kendisini arındırmak, içsel süreçlerden başlayarak dışsal olana doğru bir değişimi gerçekleştirmek gibi çok geniş içerimli ve hayat boyu sürecek bir varoluşu tanımlamaktadır.

İnsanoğlu en baştan itibaren “görünmek” ve olmak” arasındaki düalizmde gerilimler yaşamıştır. Meselâ; insanlar ekonomik bakımdan daha iyi görünmek ister. Statüsünü daha yüksek göstermek ister. Hatta gösterişli elbiseler, ayakkabılar giymek son derece lüx evlerde oturmak ister. Şayet böyle imkanlara sahip değilse, sahipmiş gibi görünmek isteyebilir. Söz gelimi; son derece pahalı güneş gözlüklerine mevcut imkanlarıyla ulaşamıyorsa, daha ucuz ve havalı olanı tercih ederek yine farklı görünmeye çalışabilir.

Neticede insan “ol”duğu zaman, görüntüsünü ona uydurabilir; fakat göründüğü gibi olması için ciddi maddi imkanlara sahip olmak durumundadır. Tabii ki olmak ve görünmek arasındaki mesafe sadece maddi anlamda değil, farklı alanlarda da kendisini göstermektedir. Meselâ; kimisi âlim gibi görünmek ister, kimisi kendisine “şeyh” görüntüsü verir. Kimisi baba, öğretmen ya da anne gibi görünmek isteyebilir.

Mevlâna Mesnevi’sinde bunlara dair önemli örnekler vermektedir. Meselâ; bir adam âlim gibi görünmek üzere kavuğunun içine bolca kağıt doldurarak kabarık ve büyük görünmesini temin etmektedir. Yine adamın birisi dudağını kuyruk yağıyla yağlamış; böylece yağlı yemek yediği; dolayısıyla zengin olduğunu göstermeye çalışmıştır.

Bugün “ol”mak ve “görünmek” arasındaki gerilim daha da bariz bir biçime gelmiştir. Bu gerilimi besleyen bileşenleri belki kısaca analiz etmek gerekmektedir. Birincisi, tüketim toplumu ve kültürünün ciddi belirleyici olmasıdır. Tüketim toplumunun kısaca temel özelliği; kişinin sahip olduklarıyla kendi kimliğini inşa etmesidir. Bu durumda insanın sahip olduğu arabanın markası, evinin muhiti ve hangi statüsel sitede oturduğu insanlar arası ilişkide belirleyici olmaktadır. Doğrusu bu fenomeni Erich Fromm “sahip olmak ya da olmak” şeklindeki düalizm içerisinde tanımlamıştır. Esasen bu gerilimi bizim klasik geleneğimiz oldukça başarılı bir şekilde geçmişte içeriklendirmişlerdir.

Premodern dönemde genel mentalite insanın kendisinin değişimidir. Bu bağlamda erdemli olmak büyük önem taşır ve “olmak” için erdeme doğru gidişte arınma kişinin hayat boyu temel gayesi haline gelir. Böylece insan hem tabiata uyar, hem içsel süreçlerini geliştirir; sonuç olarak insan-ı kamil olma yoluna “arınma” ile kendisini “ol”durmaktadır.

Fakat modern dönemin genel niteliği insanın kendisi de dahil olmak üzere çevresini, tabiatı ve herşeyi değiştirmesidir. Değiştirme, merkezin Tanrı’dan insana doğru kayış ile ilintilidir. Bunun doğal sonucu olarak insan bedeni başta olmak üzere herşeyi değiştirmeye başlamıştır. “Değiştirme” bir kere devreye girince, doğal olarak insanın görüntüsü odak haline gelmiştir.

Bugün yaşadığımız post/modern dünya gerçekliğin yeniden inşasını gündeme getirmekle, insana da kendisini farklı gösterebileceğini dikte etmiştir. Dünya ölçeğinde insanlara bir daha bakmayı deneyin; çoğunluk kendisine açılan sanal evrenin içinde farklı görünmenin yollarını aramaktadır.

Burada esaslı soru cevaplanmayı beklemektedir; “görün”üyorsun fakat “ol”abiliyor musun? Neticede “ol”maya doğru mesafe arttıkça, görüntülerin egemenliği artmaktadır ve görüntü ise insanın şikayet ettiği içeriksizleşmeyi derinleştirmektedir.