Göreceleşen algı
Hayatın akışı içerisinde kavramlarımız, kelimelerimiz, konularımız, daha bir karmaşık hale geldi… Göreceleşen gerçekler kafa karışıklığına neden oluyor… Düşünsel ve kültürel zeminimiz kayganlaştıkça kararlılık ve tutarlılıklar hızla aşınıyor… Yaşamın anlam ve amacı mecrasından kopuyor… Belirsizlik ve bulanıklık bir yaşam tarzına dönüşüyor…
Şimdi sormak gerekiyor…
Kazanmak- Kaybetmek… Kâr- Zarar… Zafer-Yenilgi… Başarmak-Fiyasko…
Galibiyet-Mağlubiyet… Büyümek-Yerinde saymak… Hangi kriterlere göre değerlendireceğiz…
Hangi ilkelere göre tanımlamamız gerekiyor?
Bu hususta piyasa
koşulları, günün koşulları yeterli olabilir mi acaba?
Aşkınlığı ıskalayarak,
müteal değerleri teğet geçerek, seküler ve rasyonel bir algı ile işin içinde
çıkabilir miyiz?
Ahiret penceresinden
vahyi bir perspektifle bu başlıkları netleştirmeden nereye gidebiliriz ki?
Temellendirme
tamamlanmadıkça bocalarız… Boşlukta kalırız… Bunalıma maruz kalırız…
Bir de bakarız ki,
kazandıkça kaybetmişiz… Başardıkça batmışız, fiyaskoyla karşılaşmışız… Büyüdükçe
bitmişiz…
Ciromuz artarken ciddiyet
ve cömertliğimiz gitmiş…
Pay ve porsiyonumuz
büyürken paylaşım bilincimiz körelmiş…
Kâr ve kazanç artarken
kalite ve keyfiyet tükenmiş…
Diyelim ki dünyaları
kazandık… Değerlerimizi, dostlarımızı, davamızı, derdimizi kaybettikten sonra
neye yarar ki?
İdeallerimizi,
iddialarımızı, irademizi yitirdikten sonra her şeyi önümüze yığsalar ne anlamı
kalır ki?
Kazanmak hırsı, kaybetmek
korkusu dengemizi bozuyor, değerlerimizi alt üst ediyor… Rota kayıyor, pusula
şaşıyor…
İhtiras güdüsü, intikam
duygusu, iktidar arzusu, ihtişam tutkusu, istikamet, istikrar, itidal, ihlas
bırakmıyor…
Arzular, alışkanlıklar,
aşırılıklar gittikçe aşkınlığımızı, arınmışlığımızı, adanmışlığımızı tüketiyor…
Aslında çok kazanmak
bereket anlamına gelmiyor… Çok şöhret huzur vermiyor… Çok servet, sekinet ve
saadet sunmuyor…
Kafayı çalıştırmak, iş
bitiricilik, kurnazlık prim yapıyor olsa da ruhi boşluklarımıza, manevi
perişanlıklarımıza şifa sunmuyor…
İmkânlarımız artarken
ilhamımız azalıyor… Sanki refah düzeyimize orantılı rahatsızlıklarımızda artış
var…
Neden gerginiz? Niçin
yorgunuz? Nasıl bu kadar yalnızlaşabildik? Bir şeyler yolunda gitmiyor sanki…
Kof konforun
kulvarlarında, koltuklarında kös kös oturmayı herhalde hedeflememiştik…
Kör dövüşlerde galip
gelsek de sonuçta egolarımıza yenik düştüğümüzü farkettik…
Belki de ‘Büyük cihadı’
kaybettik… Dahası kendimizi kaybettik…
Kulluğu perçinleyemedik…
Kardeşliğimizi pekiştiremedik… Profesyonelleşirken pasifleştik… Pozisyon
kazansak da perişanız…
Tutarsızlıklarımız en
büyük tuzağımız oldu…
Kendimizi paralasak da
kimseye yaranamıyoruz…
Sahip olmak yetmiyor
şahit ve salih olamadıktan sonra… Aksiyoner ve aktif olmak da yeterli değil,
anlayışlı ve ahlaklı olamadıktan sonra…
Fırsatçılığa soyunduktan
sonra feyzimizi kaybettik… Zirvelere yürüdük zühdü unuttuk… Doruklarda gezindik
bir türlü gözümüz doymuyor…
Ve birbirimizin neşesi
olmamız gerekirken çilesi olmaya başladık…
Niyet bozulunca nasip de
azalıyor…
Unutmayalım ki, halimizin
güzelliği hamdimize bağlıdır… Hayatımızın hayrı hayamızda saklıdır… Tüm
hazımsızlıklar, haksızlıklar, hadsizlikler, hayasızlıklar, hayatımızı harap
eden hastalıklardır…
Ahir zamanda hayatı
hoyratça tüketemeyiz… Bu hayatın tekrarı yok... Tüm kazanım ve birikimlerimizi
hesap üzerinden yeniden değerlendirmemiz gerekiyor…
Geldiğimiz aşamada daha
çok istiğfar, daha içten tevbe, daha ciddi bir ıslah gerekiyor…
Ademce bir yakarışla;
‘Ey
Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan
mutlaka ziyan edenlerden oluruz.’’ (Araf, 23)
‘Yenilgi yenilgi büyüyen
bir zafer’ den ‘zafer zafer büyüyen bir yenilgiye’ müsaade edemeyiz…