Gönüllü mecburi hayat
Geçen yazımda ümit(sizlik)ten bahsetmiştim. Dünyada varolan ümitsizlik halinin, bir türlü içinde çıkabileceğimiz tercihleri görememekle ilintisi olduğu kadar, aslında şıkların çoklu gibi görünmekle birlikte hep aynı yeri işaret etmesinden de kaynaklanmaktadır. Böyle bir durum, en başta özgürlük problemini gündeme getirir. Şimdi problemlere kısaca bir bakalım.
“Her şey zıddıyla kaimdir” sözünü herkes bilir ve sıklıkla da kullanır. Hayat “iyi-kötü”, “doğru-yanlış” vb. dengesi içinde akar gider. Bunlardan birisini yok ettiğiniz zaman, aslında diğeri de elinizde kalmaz. Hikaye insanlık tarihi kadar eski olmakla birlikte, sistematik olarak modern zamanlarda başladı. Önce “ahiret” flulaşırken, cenneti yeryüzüne indirme teşebbüsü gözlemlendi. Modern zamanlarda bütün seküler ideolojilerin dünyanın sonunda neredeyse cennet gibi “mutlak uyum”u gösteren beklentileri (kehanetleri) vardır. Kominizm, liberalizm ve hatta tarihin sonu tezleri gibi.
Cenneti yeryüzüne indirme teşebbüsünün mantıklı sonucu, artık dünyada pürüz, hastalık, kötülük kalmayacaktır. Tabii ki sonuç bu şekilde olmamış; tam tersine kötülük daha da yayılmıştır. Söz gelimi; hayatın ileri boyutta sterilize edilmesi sonucu (bu sterilliği sadece maddi temizlik olarak almamak gerekir), insanların bağışıklık sistemi ciddi zaafiyete uğramıştır. Bedeni kuvvetlendiren şey ise bağışıklık sisteminin direncidir. Bunun üzerinden sistemin lordları devreye girerek, bağışıklık sistemi zayıflamış kitleleri istedikleri gibi yönetebilecektir.
Dünyanın son on onbeş yılındaki gelişmelere bakarsanız, sadece grip üzerinden bile ne kadar steril bir toplum yaratılmaya çalışıldığını görebilirsiniz. Üstelik bu durum dünya sisteminin lordları tarafından bir tedhiş, panik hali oluşturarak korku yaratmaya doğru gitmektedir. Aslında bunlardan hedeflenen sonuç ise, tüm dünyayı belli bir ayarda tutmaktır. Hastalığın olmasından ziyade, hastalığın olma ihtimalini sürekli gündemde tutarak tedhiş artırılır. Yeter ki tüketime bir zeval gelmesin ve kapitalist sistem sürekliliğini kaybetmesin.
Buradaki temel mentaliteyi anlamak lazımdır. Bu durum dünyayı ve dünya insanlarını bir mecburiyette ikamet ettirmek ister; ancak görünüşte tercihleri kaybetmeden ve seçme iradesi varmış gibi yaparak. Birincisi, Descartes’tan başlayarak konuşulan “makineler düşünebilir mi?” sorusu bugün yapay zeka ile başka bir boyuta taşındı. Her ne kadar Descartes buna hayır şeklinde cevap verse de, nihayetinde Frege ile başka bir boyuta geldi. Özgürlükle ilgili ilk problemimiz, makinaların artık insan yerine optimal tercihler yapması. Yani bir sorunla karşılaşıldığında, gitmeniz gereken yeri en optimal tercih olarak size sunması. Dünya sistemi bu mentaliteyi zaten epey zamandır yürürlükte tutmakta. Gündelik hayatın birçok alanında sizin için tercihler yapılarak önünüze sunulmakta; ancak bu tercihlerin tamamı da aynı adresi göstermektedir.
Dünya sistemi sosyal bilimlerin verilerine teolojik bir içerik geçirerek insan hayatını bütünüyle kapsamakta, hız getirmekte ve onu çepeçevre kuşatmaktadır. Bir kere insan müthiş propaganda enstrümanlarıyla çerçevelenmiştir. Bu araçlar kendi içerisinde ve söylemlerinde çeşitlilik arz etseler de, aynı paradigmayı kutsamaya yöneliktirler. Dünya sisteminin kutsanmış ve onaylanmış söylemleri dışında, görüşler hemen aforoza uğratılarak kenara atılır.
Dolayısıyla dünya sisteminin lordları Tanrısal jargonu dünyevi enstrümanlarla kullanarak, kitleleri nihai sınırı biyolojik hayat olan bir anlayışı dolaşımda tutmaktadır. Üstelik de bunu farklı gözetim ve kontrol sistemleriyle yapmaktadır. Fakat kitleler önüne geleni tercihleri zannetmektedir.