Dolar (USD)
34.33
Euro (EUR)
36.38
Gram Altın
2841.88
BIST 100
9420.42
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
14 Kasım 2024

​GÖNÜLLÜ KÖLELİK

Hepimiz özgür olarak doğduk. Annemizin kuzusu, babamızın biriciği olduk. Doğduğumuz gün dünya bizim etrafımızda dönmeye başladı. Gak denince su, guk denince yemek verildi. Yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda durdu. Ne kadar şanslıysak o kadar el bebek gül bebek büyütüldük. Bir dediğimiz iki edilmedi, sıcak suyun kıymetli olduğunu soğuk suya dokununca anlamamız gerekirken elimiz bir türlü soğuk suya değdirilmedi.

Kendi kendimize yetmediğimiz bebeklik ve ilk çocukluk dönemimizde dünya etrafımızda pervane misali döner oldu. Gece açılan üstümüz birileri tarafından örtüldü. Dişimiz ağrıdığında, hastalandığımızda, acıktığımızda, canımız bir şey çektiğinde, hasılı yaşamak adına neye ihtiyaç duyduysak birileri bizim için konfor alanını sürekli terk etti ve bizimle ilgilendi. Düştüğümüzde elimizi tutup kaldıran birileri her zaman oldu. Biz onlara anne, baba, abi, abla, hâsılı kelam aile demeyi öğrendik. Kim bilir, belki de onlara gönüllü kölelerimiz demek gerekiyordu. Tabir biraz ağır oldu sanırım. Ancak belki de bu tabirin en masum haliyle kullanıldığı yer burası olsa gerek. Çünkü büyüdükçe bizler de birer gönüllü köle olacaktık. Nasıl büyüyorsa insan o hale evriliyor demek ki!

İlk başlarda yılın 365 günü etrafımızda dönen dünya, biz büyüyünce bizi kendi etrafında döndürmeye başlayacaktı. Hayatın sert ve soğuk yüzüyle kimilerimiz daha çocuk yaşta, şanslı olanlarımız ise ileriki yaşlarda karışılacaktı. Nihayetinde herkes öyle ya da böyle bu soğuğu ilkin yüzünde sonra da ruhunda hissetmeye mecbur bir halde yaşamaya devam edecekti.

Ne olduysa biz büyüyünce oldu. Daha öğrencilik yıllarımızda başladık gönüllü köleliğe. Geleceği kurtarmak adına oturduğumuz okul sıralarına sabahın en tatlı uykusunu hediye ettik. İçi kitap dolu çantalarla hayatın yükü altında ezilir gibi daha ilk çocukluk dönemimizde ezilmeye başladık. Her şey eğitim öğretim için diyerek bu halimizi güzel bir teselli ile teskin ettik. Sonuçta “Beşikten mezara kadar ilim talep ediniz.” diyen Peygamber'in (SAV) ümmeti olarak bu halimizi külfet değil ülfet olarak gördük.

Lakin sonunda “S” yazan her sınava girmenin yükleminin arkasındaki gizli öznesinin arz talep dengesinin yetersizliği ve nüfusun çokluğu realitesi olduğunu anlayınca başladı akranlarımızla aramızdaki yarış. Birinci olmak için herkesi geçmek gerekiyordu. İlim talep etmek, ilim ile amel etmek yerine öğrendiklerinle birilerini geçmek gerektiğini sınavların soğuk duvarına çarpa çarpa öğrendi insan. LGS’si, TYT’si, AYT’si, KPSS’si, ALES’i, TUS’u derken S'nin kıvrımlı hali misali kıvrıla kıvrıla ve dahi kıvranarak halden hale girerek birbirimizi geçip dünyanın gönüllü köleleri olmak için yarışır olduk.

“En sağlam kapı Devlet Kapısı’dır!” diyerek o kapıdan içeri girebilmenin umuduyla başladığımız yarışın sonucunda başarılı olanlarımız hayatının sekiz beş arasını karın tokluğu, bankaların kredileri, oturulan evlerin kirası, binilen arabaların borçları uğruna feda etti. Başarılı olanlarımız günde sekiz, haftada kırk saatle kurtulurken, o kadar da şanslı olmayanlarımız ise özel sektörde, daha ağır işlerde mesai kavramından yoksun bir halde ne iş olursa yaparım tonunda iş bulabilmenin umuduyla günlerini günlere ekledi.

İş hayatı, eş seçimi, yuva kurma hayali, çoluk çocuğa karışma derken dünya cenderesi içinde günleri günlere eklemleyerek, bazen de emekleyerek yaşamaya devam ettik. Gün geldi, bizim biricik çocuklarımız oldu ve işten arta kalan zamanlarımızda onlar için gönüllü köleler olduk. Artık her şey onların mutluluğu içindi. Onları mutlu etmek için etraflarında pervane olmaya çalıştık. Daha dün bizim mutluluğumuz için bize pervane olan ebeveynlerimizi dahi ihmal ederek yarın kendi çocukları için kendilerini ve bizi ihmal edeceğini bildiğimiz yavrularımız için bugünümüzü yarının peşinatına saydırdık. Yine de bu halimizi en masum gönüllü kölelik olarak görüyoruz. Çünkü sadece bununla da kalmıyoruz. Bugün dünyanın gönüllü köleleri olduk.

Seküler bir çağda olmazsa olmazmış gibi davrandığımız bu paradoks halimizden kurtuluş yolunu bulmak yerine bu labirentte amaçsız bir halde dönüp duruyoruz. “Her şeyin bir bedeli vardır.” sözünün arkasındaki acı gerçeği de böylece yaşayarak öğreniyoruz. Dünyanın doğduğumuzda etrafımızda dönmüş olmasının bedelini şimdi dünyanın peşinden koşarak ödüyoruz. Gençken bedelini sağlığımız ile ödeyerek kazandıklarımızı yaşlandığımızda sağlığımızı kazanmak işin geri harcıyoruz.

“Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm Suresi, 39. Ayet) ayetini seküler düzlemde idrak ederek sadece bu dünyadaki çalışmanın karşılığı olarak gördüğümüz müddetçe bu paradoks devam edecek ve dünyanın peşinden koşmayı sürdüreceğiz. Ancak ayetin muhatabı olan bizler, yaşamın bu dünyadan ibaret olmadığını Allah’ın adaletinin baki olduğunu idrak ettiğimiz zaman bu paradoksun ve dünyanın gönüllü köleleri olma fikrinin dışına çıkarak Hakk'a ram olmayı başarabiliriz. Aksi takdirde dünya labirentinde sonuçsuz ve anlamsız bir halde gönüllü köleler olamaya yaşamaya devam edeceğiz.