Gönüllere akmak lâzım!
Harekette
Bereket vardır.
“İki günü bir olan ziyandadır.”
Bir malı 50
liraya alıp 50 liraya satan da kâr eder, hiç olmazsa nasıl kâr edilmediğini
öğrenir!
Durgun
suların bereketi azdır ve durgun sular kir tutar.
Akan suların
bereketi fazladır, akarsu kir tutmaz.
Büyük
medeniyetler, okyanusların, büyük denizlerin, büyük nehirlerin etrafında
kurulur.
Deniz,
gökyüzü insana geniş ufuklar vaat eder.
İnsanın
ufkunu açar.
Bizler fazla
seyahat eden insanlar değiliz.
Seyahat
etsek bile etrafla iletişimimiz çok zayıf.
Yurt dışına
gidenler bile soluğu hemşehri derneklerinde alıyor.
Oysa, her
seyahat bir imkân.
Tanıma,
anlama, kültürel birikimi arttırma imkânı.
Her sohbet,
her seviyeli tartışma da böyle.
Bizde,
kesimlerin birbirleriyle iletişimi çok zayıf.
Ayrı
dünyaların insanlarıyız ve görüşümüzü tasdik etmeyenlerle pek konuşmuyoruz.
Biz bize
takılıyoruz işte, o da çoğu zaman işimiz
düştüğünde!
Gazetecilik
mesleğini icra edenler de böyle yapıyor.
Türk’e Türk
propagandası gibi bir şey.
Vakti
zamanında aslanlar gibi gazetecilik yapardık.
İlk gençlik
yıllarımızda, gazeteciliğe başladığımız günlerde, genellikle çalıştığımız derginin, gazetenin “dünya
görüşüne” uzak olanlara gider, onlarla görüşür, konuşur, seviyeli bir şekilde
tartışırdık.
Mesela…
CHP
zihniyetinin önde gelen isimlerinden Süheyl Batum o yıllarda İstanbul
Üniversitesi’nde Doçent’ti.
Henüz üç
yıllık gazeteci iken kendisine gittim.
Cuma
Dergisi’nde neşredilmek üzere röportaj yapmak istediğimi söyledim.
Odada, Sayın
Batum’un dünya görüşünden hocalar da vardı.
Sayın Batum
beni nezaketle karşıladı.
“Benim söyleyeceklerim sizin hoşunuza
gitmez!” dedi.
“Hocam, ben size benim hoşuma
gidenleri söylemeniz için ya da onları söyletmek için gelmedim!” diye karşılık verdim.
Konuşmak
istemedi.
Israr ettim,
“Hocam, böyle yapmayınız. Ben serbestçe sorayım, siz serbestçe cevap verin
lütfen. Benim görevim söylediklerinizi
olduğu gibi yansıtmak, anlamı kaydırmamak. Bu konuda size söz veriyorum!”
dedim.
Röportajı
yaptık.
Söyledikleri,
gerçekten de okuyucu kitlemizin görüşlerine uygun değildi ama kendi içinde
tutarlılığı vardı.
Olduğu gibi
yansıttım.
Dergiyi
kendilerine takdim ettiğimde, “Teşekkür ederim, olduğu gibi yansıtmışsınız”
dedi.
Ondan sonra
kendisiyle defalarca röportaj yaptık.
Toktamış
Ateş, Uğur Mumcu, Çetin Altan ve daha birçok gazeteci, akademisyen, sanatçı,
sporcu ile de söyleşiler yaptım o yıllarda.
İstediğimi
sordum, istedikleri gibi cevap verdiler.
Olduğu gibi de
yansıttım.
Okuyucularımız,
farklı dünya görüşlerinden insanların değerlendirmelerini de Cuma Dergisi’nde
buldular.
Bu
söyleşiler çok tuttu.
Birçok
söyleşiden ben de istifade ettim.
Farklı dünya
görüşlerinden insanları dinleme, onların dünyasını anlama imkânını buldum.
Dedim ya,
şimdilerde bu işler böyle değil.
CHP’nin
dünya görüşünü benimsemeyen gazetelerde görev yapanlar, oralara pek
gitmiyorlar.
Gitseler de,
röportaj yapmak, soru sormak, hadi biraz da sıkıştırmak gibi gayretleri yok.
Rutine
takılıyorlar.
“İş olsun,
bitsin, aman aman, suya sabuna dokunmayayım!”
der gibi iş görüyorlar.
Ak Parti
karşıtları da böyle yapıyor aslında.
Kesimlerin
önde gelenleri karşı tarafa hiç güvenmiyor.
CHP’ye yakın
gazetecilere sorduğumda, “Ak Partililer bize konuşmak istemiyor!” diyorlar.
Ya da “İsim
belirtmemek şartıyla” konuşuyorlarmış!
X
Ak Parti’nin
seçim çalışmalarına katılan bir beyefendi ile konuştum.
Dedi ki,
“Bize görev
veriliyor. Gidiyoruz ev sohbetlerine. Gönderildiğimiz yerler hep Ak Partililer
ya da Cumhur İttifakı’nın diğer partilerine mensup olanların toplandığı mekânlar.
Ben, farklı kesimlere gitmek, onlara hitap etmek istiyorum ama programlarda bu
yok!” dedi.
Ak
Partililer, Ak Partililere AK Partiyi anlatıyor yani!..
Oysa…
Bu tür
çalışmalarda, farklı kesimlerin oylarının alınması da hedeflenmeli.
Bunu nasıl
yapacaksınız?
Gideceksiniz
aralarına, anlatacaksınız.
Sıkı
soruları, tepkileri göze alacaksınız!
Bazen sosyal
medyadan sataşanlar oluyor.
İşi hakarete
kadar vardıranlar.
Ben,
ulaşabildiklerimi arıyorum.
Bizzat
arıyorum.
“Ben Serdar Arseven, hakaret
ettiğiniz, sataştığınız gazeteci!” diyorum!
Genellikle
şaşkınlık oluyor.
Sosyal
medyadan atıp tuttuğunu karşısında bulunca, şaşırıyor muhatap.
Uzun uzun
konuşuyoruz.
Çoğu bana
hak veriyor ya da hak verir gibi yapıyor.
Bu sayede
tanıştığım, hatta görüşmeye devam ettiğim kişiler var.
İnsan
tanımadığının düşmanı oluyor, bilmediğini kafasındaki yargılarla
değerlendiriyor.
Yüzyüze
iletişim gibisi yoktur.
Hiçbir
iletişim modeli, yüzyüze iletişimin yerini tutamaz.
Gitmediğin
yer senin değildir.
Bizler,
farklı dünya görüşlerine sahip olabiliriz, öyleyiz zaten, olmalıyız da…
Lâkin, hep
sıkılı yumruklarla dolaşmamalıyız.
Çok
kızdığınız kişilerde ne cevherler vardır bilinmez.
Bunu
giderek, konuşarak, iletişim kurarak görebilirsiniz.
Belki de
sizdeki cevherin ortaya çıkmasına, hiç ummadığınız bir kişi vesile olur.
Dedik ya…
Durgun
suların bereketi az olur.
Kadim medeniyetler
genellikle okyanusların, büyük denizlerin, büyük nehirlerin etrafında kurulur.
Kendimizi
kaybetmeden hayata akmaya, ne dersiniz?