Gönülden başlamalı…
Dünyayı fethedemeyebilirsiniz. Kimsenin kimseden böyle
bir beklentisi de yok; lakinher
biri bir âlem ve bir dünya olan insanın gönlüne bir sevda dikerek orayı fethetmek
mümkündür. Görüştüklerimize, beraber çalıştıklarımıza, hizmet ettiklerimize,
dost ve arkadaşlarımıza kalbimizin kapılarını açabilir, gönlümüzü insanlara
yurt kılabiliriz. Çağın popüler menfaat kültürü baskısı altında her hâliyle
metaılaşan insanın asırlık yorgunluğunu böylesi bir temayülle dinlendirebiliriz.
Yani menfaatine mürit olan insanın kalbinde bir ışık yakmak mümkün ve iman ehli
her er kişinin vazifesidir bu hüküm.
Neredeyse tüm muhabbetler gırtlaktan yukarı bu aralar.
Lafı nasıl dolandırırım da asli talebime gelirim derdinde insan. Hissiyata
hassasiyeti katletmenin filmini her an izlemekten usandık bıktık yahu. Kalbi
yani hasbi iki kelama ömrümüzü bırakma hasretindeyiz. Tamam yaşamı idame için
ekmek de gerek; ama ekmeğin kokusunu hissetmek gerek.
Derdin derununda aramalı dermanın esrarlı formülünü.
Gönüller fethetmeyi kendimize vazife
kılarsak şayet, açılacak olan kapıların sayısını tutmak için sayı saymayı
yeniden öğrenmek gerekecektir. Öylesi bir coğrafyadayız ki, öylesi bir havanın
teneffüsündeyiz ki, mirasını devraldığımız coğrafyanın büyüklüğünü bir idrak edebilsek öylesi fetihlere fatih oluruz ki,
akıl akla hayret edercesine. Bize düşen elif ba’dan başlamalı, gönül denen
mabetten yani. Gönülde İbrahim vardır, İsmail ve İshak vardır. Gönülde İsa ve
Musa vardır. Gönülde Muhammed Mustafa Yârdır. (SAV) Gönül! Ya gönül! Ey gönül…
Büyük fatihlerin serdarı olmak mümkündür. Kendinden
büyük hayaller kuracaksın; lakin önce kendinin serhadı olacaksın, içindeki
‘ene’yi gömünce ancak. Şöyle bir silkelemeli bazan insan ömrünü, ömrünün
umudunu bir tartmalı evvelden insan. Neye tâlibiz, neye gayrette ve neyin
hayretinde eriyor zaman, aslında esasında ömür denen sermaye ne asıl ve nasıl…
Dünyanın bütün kavga ve kaygıları sözüm ona hürriyet
için, ya ruhların esaretine ne demeli. İki kelamın yok mu ey ademoğlu, içimizin
en içine ebeden mahpus olduğumuz sonsuz istek ve sınırsız arzularımızın
tevkifinden her an özgürlük mahrumu olduğumuzu ne an bileceğiz, bize bu
hakikati kim bildirecek…
Bir sırrım var kendime ifşa etmekten korktuğum. Bir
derdim var dermanını bulmaktan çekindiğim, çekildiğim. Gâyemin gayretine set
çekiyorum. Hâlimin hâlsizliğine su veriyorum. Toğrağını döktüğün mezar senindir
a can. Teneşirden sızan su sensizliğin, musalla sessizliğindir. Bir şeb-i
arusun arefesindesin ya beşer. Hal böyleyken sen ebediyyet ikliminin fethine
adaysın, tefekkürün emeğiyle, tevekkülün ikramıyle…
Hadi lütfen dönesin kendine. Kendi kendine. Varoluşun
fethinde dalgalanan sancağın esrarında bir ümit var. Göndere çekilip seni dâim
bekleyen umudun cihadındaki mühür senin olmalı. Gönülden başlamalı, ta en
derininden ta tüm dehlizlerinden. Gönül denen mabedin varisisin sen.
Sen… Bu coğrafyanın ışığısın sen. Popülaritenin
zehrine yenik düşecek o kurban sen değilsin, çağın vebasından bütün kurbanları
engelleyecek olan sensin sen ey ülkemizin ülküsünün vârisi…Gönülden başlamalı,
tarifsiz bir ümit ve gayret ile.