Gönül medeniyeti
Ülkemiz musibetler evresinden geçiyor. Yangınlar bizim tarafta tutuşturuluyor. Kasırgalar bizim semtte oluşturuluyor. Felaketler bizim mahallede gerçekleştiriliyor. Allah’ın izniyle hepsinin üstesinden geliriz. Lakin bunlardan çok daha büyük bir derdimiz var. Her geçen gün sistematik olarak da duyarsızlaşıyoruz bu derdimize.
İnsanlık ikliminde asırlardır en büyük varlık sebebimiz kendi iç dünyamızla uğraşarak oluşturduğumuz gönül medeniyetimizdir. Bu medeniyette sen dilini konuşmak yoktur. ‘Ben’ dili üzerinde çalışmak vardır. Biz olmak için durmadan çabalamaksa yegane estetik uğraş alanımızdır.
‘Ben’in şehveti herkesi sarınca ‘ben’i beğenmeyen medeniyetimiz de hızlıca ‘ben’in çukurlarına düşmeye başladı. ‘Ben’imizle uğraşmayı, kusur ve çirkinliklerini gidermeyi terk edip senin/sizin güzelliklerini görmemeye başladık. Sorumluluğumuzu yerine getirmeden hakkımız olmayan yetkiyi kullanıyoruz. ‘Ben’in uçurumuna doğru hızla giderken çirkinliklerini görmezlikten gelmek gerçekliğimiz olmaya başladı.
Yolda yürüyen vatandaşın, çarşıda iş yapan esnafın, hastanede çalışan herkesin, okuldaki bütün bireylerin, gece bekçisinin, gündüz emniyetçisinin, fabrikadaki işçi ve patronun, kurumdaki memur ve amirin, yaşlısının gencinin, kadınının erkeğinin, köylüsünün şehirlisinin, ekrandakilerin sokaktakilerin, yazarların okurların hatta okumazların bu güzel ülkemin insanlarının ayağı taşa dediğinde yüreğimizi yoklamamız ve yüreğimizle beraber o taşı kaldırmak için zihnimizi işletmemiz gerekirken ne yazık ki hemen sen dilini kullanarak yadırgamaya ve ötekileştirmeye başlıyoruz. İç dünyamızı muhasebe ve murakabe etmemiz gerekirken karşı tarafı suçlamaya başlıyoruz. Böylece ne büyük bir serveti kaybettiğimizi ve dahi ne büyük bir belaya duçar olduğumuzu unutuyoruz.
Estetik medeniyetimiz ‘ben’in çirkinliklerini, nefsin denetlenemez arzularının terbiye edilmesini ve insandan insana gelebilecek en büyük kötülüklerin insanın ‘ben’inin gizli dehlizlerinde saklı olduğunu bildiğinden asırlarca var olmaya devam etmiştir. O terbiyeyi ve şekillendirdiği insanı kamili kaybettiğimizden sen dilini konuşuyoruz ve siz yargılamasıyla gıyabi tutuklamalarla hayatımıza hiçbir şey olmamış gibi devam ediyoruz.
Efendim! Yine içimize dönmeliyiz. Asude yolculuğu içe doğru yapmalıyız. Başkalarını yargılamaktan uzak durup kendimizi yargılamalı ve hakkımızda adil ve insaflı kararlar vermeliyiz. Başkası hakkında hüküm vermek yerine kendimizi insani hükmün altına almalıyız. Başkalarının kusurlarını görmek yerine kendi kusurlarımızı gidermeye çalışmalıyız. Başkalarının yetersizliğini kendimize yeterlilik olarak görmek yerine yetersizliğimizi giderip insanlık için yeterli olmalıyız. Gönül dünyamızı imar ederken aziz bir kurtarıcı gerçek bir insanlık havarisi olmalıyız.
Bu ülkede insanların birikmiş olumsuz enerjisini giderme görevi herkese ama herkese düşüyor. Başkalarına bir şeyler söylemek yerine kendimize ‘ben’imiz ve nefsimizle ilgili şeyler söylemeliyiz. Kendimizle uğraşmanın verdiği haz, yorgunluk ve yetersizliğin bilinci başkalarının kusurunu görecek tezyif ve tahkir edecek hiçbir hakkımızın olmadığını fark ettirir bize. İçimizdeki negatif enerjiyi de dışarı atmış oluruz.
Cennet gibi güzel ülkemizde yeniden cenneti bir hayat yaşamak için başkalarının kusurunu görmek yerine ‘ben’imizin ne kadar kusurlu olduğunu idrak etmek kafidir zannımca.
Aklımızı keskinleştirdiğimizin kaç katı kalbimizi tahir ve terbiye etmeliyiz.
Zihnimizde tahkim ve telif edilen tevhid inancını aynı derecede hatta daha ileri seviyede yüreğimizde yeniden tesis etmeliyiz.
Tek Rabbe kul olup bütün kulların kulluğundan kurtulmalıyız. Böylece gönül medeniyetimize yeniden kavuşur, tahammül edilemeyeceklere dahi tahammül ederiz. O büyük derdimizin dermanını da bulmuş oluruz.
‘Ben’i beğenmiyoruz. ‘Ben’i beğenenleri de beğenmiyoruz. Başkasını tenkit ederek kusurlarını görmeyenleri ise hiç beğenmiyoruz.
İçimizi ihmal etmeye, ‘ben’imizi unutup arzularımızın esiri olmaya devam edersek korkarım ki insanlığımızı da kaybederiz.
Hep başkalarıyla uğraşıyoruz. ‘Ben’imizle uğraşalım lütfen.