Gönül dilinin Pîri: Yûnus bize ne söyler?
(Doç. Dr.
Mustafa Uğurlu ARSLAN)
Ben gelmedim dava için benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir gönüller yapmaya geldim (Yûnus Emre)
Asırlardır
adından çokça bahsedilen, sesi bize ulaşan, devrindeki beylerin, ağaların
isimleri unutulduğu halde adı gönülden gönüle erişen bir Yûnus. “Neydi Yûnus’un
çilesi? Bu manevî gücü nereden almaktaydı? Yunus’un çağları aşan mesajı nedir?
Antik çağın şair filozoflarından Empedokles, aşkı felsefesinin temeline
yerleştirir. Aşk bir vuslat prensibidir, nefret ise ayrılık. Daha açık bir
deyişle, sevgiden barışa kadar bütün birleşmeler aşkın, öfkeden, kinden,
sevgisizlikten savaşa kadar bütün ayrılıklar ise nefretin eseridir.
XII.
yüzyıldan itibaren dünyada nefret hükmünü yürütmeye başlamış, Endülüs;
İspanyollar tarafından, Orta Asya ise Moğollar tarafından altüst edilmektedir.
Her türlü fikrin rahatça gelişip serpilebildiği, her ırktan, her dinden ve
mezhepten insanların bir arada ve huzur içinde yaşayabildikleri Anadolu ise,
Selçuklu hakimiyetinde bir barış ülkesi ve cazibe merkezi olma hüviyetini henüz
korumaktadır. Endülüs'te doğup büyüyen Muhyiddin İbnü'l-Arabî bile bu cazibeye
kapılarak soluğu Anadolu'da alır. Yıl 1243... Kösedağ'da uğranılan yenilgi,
Selçuklu ihtişamına son vermiş ve artık Anadolu Moğol zulmü, veraset kavgaları
ve iç isyanlarla cehenneme dönmüş, trajik bir parçalanmışlığa doğru
sürüklenmeye başlamıştır. O yıllarda Konya'da, Anadolu'da yaşanan kargaşayı
sevgi, hoşgörü ve uzlaşma yoluyla aşmaya çalışan, din, dil, ırk farkı
gözetmeksizin bütün insanları dergahına çağıran büyük bir gönül ehli, coşkulu
bir şair vardır. Moğol fırtınasının Anadolu'ya sürüklediği Belhli bir ailenin
kutlu oğlu: Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî...Haçlı ve Moğol tahribatından sonra
Anadolu’nun bağrında şerha şerha yaraların açıldığı bir dönemde bir lutuf
olarak gönderilen diğer bir isim ise gönül dilinin pîrî Yûnus Emre. Çiçek
olup açan, kuş olup uçan, rahmet olup yağan, bülbül olup konuşan, aşk
sevdalısı, kardeşlik sevdalısı, birlik sevdalısı Yûnus, “Bizim Yûnus”
Yûnus da
Mevlânâ gibi şiirlerinde "evrensel" olanı yakalamış, sadece kendi
çağına değil, bütün çağlara hitap etmiştir. “Dövene elsiz, sövene dilsiz,
derviş gönülsüz gerek” diyen, “Ben gelmedim davi için/ Benim işim sevi
için” diyerek yüzyıllardır gönüllerimizde taht kurandır Yûnus. Düşman
olarak “kin tutmayı, ayrışmayı ve mağrurluğu” gören; dil, din, ırk ve renk
ayrımı yapmadan cümle alemi bir tutandır Yûnus. Yaratılışın tüm renklerini,
insanî olan tüm farklılıkları hoşgörüyle kabullenen bir gönül insanıdır Yûnus.
Adımız
miskindir bizim düşmanımız kindir bizim
Biz
kimseye kin tutmayız kamu âlem birdir bize
Yûnus
Mütevazı idi... Büyüklüğün de tevazuda, saklı olduğunu ifade edip “Ben
ayımı yerde buldum/Ne isterim gökyüzünden/Bana rahmet yerden yağar/Benim yüzüm
yerde gerek, diyendir Yûnus. Daima nefsini merkeze alan ve kendi iç
muhasebesini yapandır Yûnus. Bazen Molla Kasım imgesiyle perdelediği kişi belki
de Yûnus’un ta kendisidir. Sîgaya çeken de çekilen de O’dur. Asırlardan beri
filozofların sorguladığı, kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, yaşama
amacım nedir? gibi sorulara bir Anadolu bilgesi edasıyla cevap verir. Aşağıdaki
mısralar tefekkür edilerek okunduğunda, zihin gözümüzü mecazlı söyleyişe ve
dinamik imge yapısına çevirmemiz icap eder. İlk mısrada; “Yûnus sen bu
dünyaya niye geldin” diyerek insanın yaratılışının hikmetini ve gayesini
sorgular şair. İkinci mısrada ise bu mühim soruya sanatlı bir söylemle cevap
verir. “Gece gündüz Hakk’ı zikretsin dilin” İnsan ömrü gece ve gündüzden
ibarettir. Dolayısıyla “gece ve gündüz” ifadesi ile kastedilen “insan ömrü”
dür. “Hakk” kelimesi hem Allah, hem de adaletin gerektirdiği ve birine
ayırdığı kazanım, kazançtır. Bu mısrada geçen “dil” kelimesi de iham
sanatına uygun olarak hem “gönül” hem de “dil” anlamlarına gelecek şekilde
kullanılmıştır. Dolayısıyla Yûnus, insanın bir ömür hem dilinin hem gönlünün
haktan, iyiden, güzelden ve adaletten yana olması gerektiğini salık
verir. Üçüncü mısrada “Evliyaya Uğramaz ise Yolun” der. Evliya
bizi, iyiye, doğruya, Hakka götüren “hocalarımız, erenlerimiz, okuduğumuz
kitaplarımız vs.” iyiye götüren her şeydir. İşte yolumuz buralara uğramaz ise “Göçtü
kervan kaldık dağlar başında” Dağ başında kalanı kurt kapar. Yûnus
Emre, bu dünya kervanında gaflet uykusunda kalanları, nefis, şeytan ve dünyanın
cazibevî kurtlarının kapacağını haber veriyor gibidir. İşte tüm bunlar,
yaradılış sırrını çözmenin verdiği yüksek veliliğin bir tezahürüdür.
Yûnus sen
bu dünyaya niye geldin
Gece
gündüz Hakk’ı zikretsin dilin
Evliyaya
Uğramaz ise Yolun
Göçtü
kervan kaldık dağlar başında
Yaşadığı
çağa silinmez izler bırakan Yûnus Emre, şiirlerinde bu dünyaya gönül yıkmak
için değil gönül yapmak için geldiğimizi söyler. O bize, “İlim ilim
bilmektir/ İlim kendin bilmektir” mısraları ile başlayan şiirinin sonunu“ilim,
bir gönüle girmektir” şeklinde bitirerek ulvî bir mesaj verir. “Okudum
bildim deme/ çok tâat kıldım deme/Eğer Hak bilmez isen/ Abes yere gelmektir/ Yunus
Emre der Hoca/ Gerekse bin var Hacca/Hepisinden iyice bir gönüle
girmektir” İnsan ne ile yaşar ve niçin okur? Gönüllerde bir yer
edinemediysek okunanlar bir lâf u güzâf, bir kîl u kâl değil midir? Ve dahi
asıl gaye Hakk’ı razı edip gök kubbede hoş bir sadâ bırakmak değil midir?