Gönül devletine zeval vermişiz.
Her zamankinden daha yorgun, her zamankinden daha telaşlı bir dünyanın sakinleriyiz diyeceğim; ama her zamankinden daha yorgun, telaşlı ve tuhaf bir dünyanın hızlı müdavimleriyiz. Düşünce melekesini yitirmişlik diye bazen yorumluyorum dünyalının bu son hâlini; lakin anladım ki dünyalı her zamankinden daha çok düşünür bazı hâlleri. Daha çok kazanmak, daha çok tüketmek ve hak etmeden kazanmak için daha çok düşünür olmuş insanoğlu. Düşünce melekesine her zamankinden daha çok yüklenir olmuşuz. Daha çok ön plana çıkmak için, daha çok görünmek için, hak etmediğine ulaşmak için, her yerde başrol olmak için bin bir plan kurmak için daha çok düşünür insanoğlu, hak etmeden, hudut bilmeden.
Tabi düşünmek ile düşünceli olmak arasında sivri bir fark olduğunu görmemek de elde değil. İnce düşünmek, iliklerine kadar düşünmek, nazik olmaya, narin olmayan, daha çok saygın olmaya dair düşünmek terk edilmiş bir hâl değil de ne. Kalbi, zayıflıklara mağlup olmuşluğun resmidir ‘düşünceli’ vasfını yitirmişlik.
Yalnızlık sarayında saltanat sürmek ve insandan gitgide kaçmanın reklamlarına maruz kalmışız her salise bile. Gönül dehlizlerinde hayata akın etmenin cengiydi oysa dünyamız. Bir yetimin elinden ben de tutayım demenin umut çiçeğiydi halbuki hülyamız. Dağ başında kuşların aç kalmasına mani olmanın ülküsünü okuya gelmiştik bugünlere oysa.
Artık her şey bir heveslik, yıpranmamış duygumuz kalmamış. Nedameti bin defa yaşayan biz, biz değilmişiz sanki her gün yeniden şu çürümüşlüğe maruz kalan. Kayıtsızlık ve gamsızlık düşüncelerimizi ‘düşünceli’ olmaktan çıkarmış. Tek bir sebebe bağlamak mı veyahut sayısız suçlu mu var bizi bu hâle iten, yoksa bir tek sebep biz miyiz suçluluğa, suçumuza dair. Sahi suçlu muyuz, suçun bizatihi kendisi miyiz. Ah dünya, bizi sımsıkı sarmışlığından da bir haber veresin lütfen…
Mevsimleri algılayamayan, mevsim geçişlerini bile göremeyen, baharın o lezzetli keskin kokusunu genizlerde hissedemeyen, rüzgârın bizi okşamasını artık özlemeyen robotik türlere dönüşmüşlük faslıdır, faslı mıdır bu son dem.
Şu son asır bize adaleti öğretiyor aslında. Varlıklının muhtaç olduğu kadar fukaranın da ıstırabı var. Herkes, hepimiz toptan topluca muhatap oluyoruz sonsuzluğun alametine. Farklılıklarımız ortaklıklarımıza dönüşmüş. Hepimizin âciz olduğu düşüncesine düşünceli olamıyoruz.
Çağın koplikasyonlarına kurban olmuşuz. Gönlünde de bir yer bırakmamış ki insan, şöyle bir nefes alma namına. Duacıyız: ‘‘Rabbim devletimize zeval verme’’ diye. Gönül devletimize zeval vermişiz, keder zevalini gönlümüze kader eylemişiz, kendi ellerimizle. Masallar diyarında arar olmuşuz o düşünceli iklimin insanını. Allah vergisi bir boyuta, azmış insan modeli yazılımı yüklemenin bedelidir bu düşüncesizlik. Bütün kâmil melekelerine, zavallılık fonksiyonu taşıyan frekans modeli artık tutmuyor. Ayarladığın her ayar ayarsızlık kıskacı, bunu görmekten daha zor ne var, oysa kolaylaştırmaktı maksat. Gülü küle dikmenin, kireç suyuyla sulamanın gölgesinde bir hayata pörsümüş gidiyoruz…