Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.88
Gram Altın
2980.98
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
07 Ekim 2019

Gönül devleti

Sözlerden geçiyorsun. Konuştuğun yerin, durduğun yerden uzak olması yakıyor içini. Bu denli âşıkken sana sen, kendine bir türlü ulaşamıyorsun. Kendine. Kendinde. Kendinle. Kül. Yakalamayı hayal etmekten vazgeçip kovalamayı durdurduğunda, sesinle özünün göz göze geldiğini göreceksin. O vadi sulhun ve huzurun.

Narcissus’un güzelliğine düştüğü o gölü seçiyorsun. Aynı lânet, aynı büyü, aynı cezbe hâli. Nergis. Sonra yine sen Echo’nun mağara yalnızlığına, kayalıklara çarpan sesine gidiyorsun. Özünle meşguliyeti, seyrine dalmak zannediyorsun. Ego. Eko. En. Hâlen başlayamadı şarkımız bizim…

Etrafın yalanlarla çevrilmiş. Sıkılmışsın kıl ü kâl’e giriftar olmuş insanların hedefinde durmaktan. Reşat Nuri’nin dediği gibi “gözlerinde bir fena haset kıvılcımı, bir bayağılık yakaladığın” kimselere dokunmasın istemişsin selâmın. Dokunmasın sana, kötülüğü mesken edinenler…

Kişi kendinde olanı tanımaz mı peki? Kendinde bir parçası bulunmuyorsa isimlendirebilir mi o duyguyu? Sezgisinin satır aralarında okuduğu, benliğinden bir cüz değil midir? Hem bilmiyor musun; güzel olan sensen, yıllar sonra da olsa anlaşılacaksındır. Belki de durduk yerde, seni hiç düşünmediği bir zaman ve zeminde, genzini yakan bir koku gibi kaçıvereceksindir zulüm sahibinin içine. Acıtsa da, öğretmek gibi bir vazifesi var dünyanın. “Aşk” demişti bir güzel, “muhatabına bakarken kendi canını baltalamaktan doğar.” Ölsek, dirilmek için…

İçimizde volta atan cümleler, çıkmaz sokaklarda kaldığından yorgun. Yine de korkuyorlar yüzleşmekten. Ben’in bana yönelteceği her eleştiriden… Çünkü sancılanmak tedaviyi gerektirir. Tedavi, uzun yollar isteyen ağrılı bir süreçtir. Önce sorgulayan, belki yargılayan ama son ucunda sarıp sarmalayan yeni bir can inşa etmeyi şart koşar. Böyle bir inşaya gücünün olmadığını düşünüyorsun. Murat ettiği müddetçe ilmî bilgiyi her dönemde edinebilir insan fakat “o sırrın bilgisi” verilmez herkese. Herkes arzu edemez kendini eriterek, katlederek hakikate gitmeyi. Hallac-ı Mansur. İbn’ül Arabî. Nesimi. Bunun için kelimelerle yapılan tedavi bir yere kadar. Gün ışığını içine tutmak için müsaade isteyebilirsin güneşten, ay ışığından ödünç alacağın bir katre ile yürüyebilirsin gizli kalmış köşelerine. Sevdanın doruklarına ulaşmak için nefesle gözyaşını birleştiriveren bir secde… Nicedir bekliyor o seni, serin bir sabır ile.

Bir sese ihtiyacımız var ey cânım. Rüzgârın üflediği ateş… Seher. Sükût. Seyir. Ezan herkese gider, uyanık gönüller duyar sadece; kapı açılsın da geçeyim diye eşikte bekleyenler… Bir de uyandırmak istemesi gerek Rahman’ın. Yoksa bedenen uykuda olmadığı halde ruhen duyamayanların varlığıyla doldu çehresi âlemin. Cahiliye döneminin sert mizaçlı, öfke yüklü adamında, Hz. Ömer’de de bir Kuran sesiyle gerçekleşmemiş miydi uyanış? Öldürmek için gittiği hanenin kapısında, kendi dirilişinin sesiyle buluşmuştu yiğit sahabe. Kendisini İslâm’a armağan eden vuslatı, kalbini eriten o sesle bütünleşen ayeti duyarken yaşamıştı.

Şems i Tebrîzî’nin Mevlana kadar ilmi yoktu, yine de Mevlana’yı dönüştürecek dokunuş, onun fıtratına sunulmuştu. “O ses”nefsindeki prangaları kırdı. Bu kırılıştan aşk doğdu. Fîhî mâ fîh. Necip Fazıl Kısakürek’in hayatına dokunduktan sonra Abdulhâkim Arvasi, şiirlerinin rengini ve yönünü değiştirdi. Yıl 1934. Önceki gecede uyuyan adamla, sonraki güne uyanan adam aynı değildi. O çağrının şiiriyle bu çağın şiiri de aynı değil;

Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni/Katıvermek sessizce söylenen bir türküye/Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni

Arasak can cana, yana yana arasak... Uyanışımız nerede?

Nuray Alper