Gönlümüz Uykusunu Yitirmiş Bir Kubbet-üs Sahra'dır
Hangi adından tutsam yâdı hasrettir bende;
Zeytun, Arzu-l Mubareke, Kudüs, El karye
Kudüs insan ömrünü “kendinden öncesi” ve “kendinden sonrası” olarak ikiye ayıracak bir sevdanın sözcüsü. Onu mahzun bir vakar içinde gören her yolcu aşktan nasibini alır. Hüzne ezelî bir aşinalığı vardır ya dünyadan geçenlerin, işte Kubbet-üs Sahra da tepeden tırnağa daimi bir hüznün hikâyesini anlatır… Mescidin eşsiz bir maneviyat taşıyan atmosferi tavanındaki altın yaldızlı ince işlemelerden mermer sütunlarına, halılarından rahlelerine, hatta boş sandalyeleri üzerine, isteyen herkesin elleriyle dokunabileceği bir ruh bırakmıştır. Giriş kapısının on adım kadar uzağında, Taif’te hırçın bir acı ile karşılanan Efendimiz’in gönlünü şerha şerha eyleyen hüznün abideleşmiş hâli durur; O’nun miraca yükseldiği düşünülen yerde inşa edilen sekiz köşeli mermer bir temsil. Önünüze çıkan merdivenlerden inince Kıble Mescidi, biraz ötesinde de Ömer Mescidi bulunur. Yakılan Nurettin Zengi minberi mescit dışındaki müzeye taşınmış olup içeriye onu temsilen bir başka minber bırakılmıştır. Kıble Mescidinin sağ yönünde Kadim Mescidi, ilerisinde Mervan. Zeytin ağaçlarının sarıp sarmaladığı bu masalsı ortam, dünyanın dışında bir yere çeker ziyaretçisini. Mekân ve mekânın tarihi ile rabıta kurabilen bir kalbin yaşadığına dair en büyük alamet ise acı duyabilmesine bağlıdır. Acı karşısında sorumluluk hissetmeyen ve o acıda pay sahibi olduğunu sezinleyemeyen bir gönül nefes almıyor sayılır.
Mekânların tarihi tekerrür etse de hadiseler, imtihanlar, zulümler ebedî değildir, giderler bir gün. Yaratılanın yaratılana reva gördüğü karşısında duyulan samimi ıstırap, edilen mahcup dua, alıp cebe konulan ders iz bırakır buralara. Beldenin imtihanından başka bir şeydir yaşanan aslında, insanın mekân üzerinden maruz bırakıldığı imtihandır. Neslin imtihanıdır. Duyunun imtihanıdır. İnsan her sınavdan bilemediği bir sorunun cevabını öğrenmiş olarak çıkar ve “âh” diye diye öğrendiği o bilgi hatırlatır daima kendisini. Ancak hayatın garip bir cilvesidir, unuttuğu anda yeniden karşılaştırır zihni aynı soruyla. İkinci, üçüncü kez kalınmışsa o tümsekte hâlen o dersin verilememiş olduğu, daha fazla çalışılması gerektiği anlaşılır. Bu manevi tesir görünmese bile daha keskindir zulmün tesirinden. Nitekim abat olunmaz zulümle, ancak düşünce ve ıstırap görünmeyen ufuklar açar kişiye.
Duygu salt bir şeffaflıktan yaratılmış gibi yansır, yansıtır kendisini, olduğunca geçiverir bir diğerine. Bu sebeple hassas ve rakik bir kalple hemhâl olan, murat alır kendisine ayna olan kalbin varlığından. Kaygı gibi kötümserlik de, hassasiyet de, hüzün de, samimiyet de, iyi niyet de bulaşıcıdır. Dikkat edin, hasbihâl ettiğiniz bir insanla karşılıklı birkaç saat oturmuş ve bütün duyularınızla ona açılmışsanız, yanından ayrıldıktan sonra kalbinizin başka bir renge büründüğünü fark edersiniz. Birkaç saat önceki kalp değildir solunuzda taşıdığınız. Ve siz de kendinizdeki ağırlıklı rengi muhatabınızın gönlüne bırakırsınız. “Salihlerle ülfet” buyrulması bundan... Söz de saydamdır. Olduğu gibi göçer dilden diğerinin içine. Saf bir gönülden kopan büyük bir tesire sahipse talan eder girdiği derunu. “Söz ola kese savaşı/Söz ola kestire başı/ Söz ola ağulu aşı/Bal ile yağ ede bir söz.” diyen Yunus “Söz sihirdir.” buyruğunun sırrına erenlerden. Gözyaşı da saydamdır, gösterir ardında duran gözün, yanağın samimiyetini. Sır taşımaz hiçbir gözyaşı. Olanca hızına rağmen yağmurda seyredilen tabiata benzer onun ardındaki suretler. Nice riyakâr tebessümün yapamadığını bir damlanın icra edebilmesi içtenliğinden. Dua da saydamdır, aracısız yükselir kudret sahibinin makamına. Arınmış bir dua yüksek mertebelerdeki kapıların anahtarıdır. Bu sebeple her dua mucizelere gebedir. Hâl de saydamdır; en ketum, en asi, en başına buyruk sesleri durdurmaya muktedirdir vakur ve yüksek tavrının iradesiyle. Cenab-ı Hak insanı saydam ve üstün kuvvetlerle donatmış. Burada beklemeli ve zahire yansıyan kalabalıklarımızın dünyada neyi kaybettiğini düşünmeliyiz. Söz mü, duygu mu, dua mı, hâl mi yoksa bütün bunlara kıymet katan nitelikli bir samimiyet mi?
Yaşadığımız süreç yahut birbirine benzer süreçler kendimize yönelmemizi ve yapabilirliklerimizi gözden geçirmemizi gerektiren bir nüve taşımıyorsa orada durmak gerekir; Sosyal şuura tâbi olmadan önce içimizdeki farkındalık ve hassasiyeti harekete geçirmeye talip olmalıyız. Zira kalbine beş vakit tebliğde bulunmayanın sarf ettiği söz bir tesir taşımaz. Bir heybeti, vakarı, kalıcılığı olmaz o ifade kalıbının. Kişioğlu önce acının yankısını sadrında duymalı ve sonra duyurmaya çalışmalıdır. Sesi, bir diğerini suçlayan bir çığlığa dönüşmeden önce, ateşe kendi yağmurunu çağırmalıdır.
Selam ile.