Gönlümde hüzün gözümde yaş var!
• Sevdiklerimi kaybetmenin hep korkusunu yaşadım bu hayatta. Hele beklenmedik zamanlarda gelen bu ayrılıklar yüreğimi param parça ediyor. Hayatın galiba en büyük ıstırabı sevdiklerinizin ani ayrılışlarına şahit oluşunuzdur. Hele bu gidenler gönül ehilleriniz ise bir tarafınız hep eksik yaşamaya başlıyorsunuz. Kardeşim, dostum, yalnız adam, hasedin kıskacında olan uzun insan Kamil Bey’im bugün bütün yalnızlığının son bulduğu öteki aleme gitti ve bizi orada beklemeye başladı. Ruhun şad, kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe olsun Kamil Mümin.
İlk defa Düzce’de tanımıştım Onu. Tanışmama vesile olan kişinin kıymetini ben biliyordum lakin onun da bu kadar kıymet bileceğini tahmin etmemiştim.
Burada hep kahraman olarak bilinirdi ehli insaf tarafından. Çünkü bu şehirdeki mafyayı Allah’ın izni merkezi otoritenin vesilesiyle o bitirmişti diyorlardı.
Bundan tam 6 yıl evveldi. Mutavassıtından olan kemal ehli birinin ısrarına rağmen onunla tanışıp tanışmama noktasından mütereddit idim. Hürmetsizlik olmasın ve emir yerini bulsun diye iki ileri bir geri kabilinden randevuyu aldım ve makamında zatıyla tanışmak için özel kalemine vardım. Daha koltuğuma oturmamıştım ki beni kapıda karşıladı ve makamını teşrif ettim.
Kısa bir hoş amediden sonra ben onun entelektüel yapısını keşfederken o da zatımın edebi tarafına odaklanmış, bilhassa kaderin birleştirdiği ortak arkadaşlar noktasında buluşmamıza mütehayyir kalmıştık.
Siması ve seması bana güven vermişti bu ilk buluşmamızda. Artık yeni bir dost ve muhatap bulmuştum. Sadece mesleğini konuşan ve onunla öykünen biri değil, geniş bir perspektiften hayata ve hayatın içindekilere bakabilen bir şahsiyetle karşılaşmıştım. Kimin ne dediğinden çok benim ne bulduğum önemliydi.
Artık her ikimizin belirleyeceği sık olmasa da belli zaman periyodunda bir araya gelir ve kısa gündelik konuşmadan sonra asıl mevzumuz olan münevverlik sohbetlerini yapar ardından da birbirimizden çok istifade etmiş bir şekilde ayrılırdık.
Her geçen gün birbirimizin hakiki dostu belki kaderin bir araya getirdiği yegâne dostlarından biri olmaya tam karar vermişken kader ilk muvakkat ayrılığı karşımıza koydu. Ve telefonum çaldı.
— Hocam merhaba.
— Merhaba efendim.
— Nasılsınız?
— Çok teşekkür ederim. Sizler de umarım iyisiniz. Biraz sesiniz garip geliyor. İnşallah yaramaz bir durum yoktur.
— Hocam tayinim Diyarbakır’a çıktı. Doğrusu beklemiyordum. Fakat büyüklerimizin takdiri başımızın üzerinedir.
— Hem üzüldüm doğrusu hem de çok sevindim. Sizi daha yeni tanımıştım. Aziz dostumla arama uzak bir mekânın girmesiyle hüzünlüyüm. Lakin henüz ayrıldığım o kadim şehri teşrif etmenizle de hem sevinçli hem de çok ümitliyim. İnşallah hakkınızda hayırlı olur.
— İnşallah Hocam. Ben ayrılmadan görüşürüz ve o kadim şehir hakkında da sizden marifet ediniriz evvelallah dedi ve her zamanki konuşmayı yapamadan telefonu kapattı.
Günler birbirini çok hızlı kovalıyordu. Dostların ayrılığını haber vermek adına da olsa hiç durmak bilmiyorlardı.
Bulunduğum şehirde büyük organizasyonlu bir veda yemeği verilmiş ben de davet edilmiştim. O yemekte bir şeyi ilk defa anlamıştım. O dostum gibi kahramanların büyük kalabalıklar içinde çok yalnız olduklarını maatteessüf çok azının bunun farkında olduğunu tespit etmiştim.
Konuşmalar, temennalar ve iltifatlar. Dostumun kürsüye çağrılışı ve o heybetli görünüşün altında yatan şefkat ve muhabbet dolu yüreğin mikrofona ancak bir iki kelime ile yankısının ardından heyecanlı bir şekilde Allah'aısmarladık sizi diyerek mikrofonu bırakışını gördüm.
Dostum heyecanlı ve çok yalnızdı. Ve çok daha büyük bir yalnızlık ve zorluğa gidişinin farkında idi sanki.
Aziz dostum! Gönlümde hüzün gözümde yaşlar dolu bir halde bu kelimeler dökülüyor dilime.
Bu küçük şehirden kadim bir şehre ama ateşten gömleği giyeceği bir şehre gitti. Hem de şehre ayak bastığı günün akşamında son darbenin olduğu bir ateşten gömleği giydiği bir şehre gitmişti.
Çok telaşlı ama akıllı bir halde duydum sesini. İmanının büyüklüğü, idrakinin genişliği ve iradesinin de muhkemliği ile bu meşum hadiseyi çok iyi yöneteceğini; adaleti hakim kılmak ve emniyeti tesis etmek için elinden gelen en üst düzey performansı göstereceğine inancımın tam olduğunu ve dualarımızın kendisiyle olduğunu söyledik. Ve şükürler olsun öyle de oldu.
“Devlet, emniyet ve adaletle ayakta kalır” derdi hep. “Diyarbakır’da ise her daim merhametli bir emniyete ihtiyaç var” derdi.
Ey Rabbim sen ondan razı ol!
Ben onun bu kadim şehirdeki haline bilhassa adil ve hakim haline hep şahit oldum. Çünkü bu şehirde ömrümün büyük bir kısmı geçtiği için şehrin her karesinde can ve ten gözüm vardı. Onlar bana bunu hep haber verirlerdi.
Daha çok görüşmeye başladık. Yükünün ağırlığını ve hayattaki yalnızlığının çok daha fazla olduğunu anlamaya çalışmıştım. Hayatın yükü, şehrin yükü, darbenin yükü bir de beklentilerin yükü eklenince bunlara dostumun omuzları görünüşte dik gibi görünse de hakikatte içten içe dayanamıyor gibiydi. Mesleki egonun yanında meslektaşlarının gizliden gizliye yükledikleri haset ve kıskançlığın içten içe iktidarı yabancılaştırması ve otoriteyi zayıflatması ise işin en acı tarafıydı.
Darbe bertaraf edilmişti ancak o can dostumun olduğu şehir bütün hesaplaşmaların darbe ile gün yüzüne çıktığı ve günlerce, aylarca hatta yıllarca medyanın vitrinlerinde ilk sırayı alan bir vaziyete gelmişti.
Küçük hesapların ve insan kalitesinin zayıflığının olanca aşikârlığıyla sirayet ettiği son kale olan adalet dağıtan yerlerin bu elim hali dostumu çok yıpratmıştı. Ama o elinden geleni ardına koymamış, zannımca Diyarbekir şehrimizin büyükleri arasında çoktan tarihî bir kahraman olmuştu. Ama yorulmuştu.
Ayrılmak istiyordu artık bu şehirden. Doğduğu şehre yol almak istiyordu. Bu isteğini de büyüklerine aşikâr bir şekilde iletiyordu.
Diyarbekir’de yaptığı o muazzam hizmetinin yanında bu isteğinin çok sade ve basit kaldığını takdir eden devlet büyükleri, 3 yıllık bu şehirdeki kahramanlıklarının ardından onu baba ocağındaki adalet divanının başına tayin etmişlerdi.
Çok heyecanlı ve sevinçliydi ama ben değildim. Çünkü hem İzmir şehrinin bu dostumu kaldıramayacağını hem de dostumun bu şehre yâr olamayacağını tahmin edecek kadar bir hisse sahiptim.
Ve öyle de oldu. İzmir’deki meslek hayatının hemen başlangıcında doğduğu şehirde işinin ne kadar zor olduğunu bana anlatmaya başlamıştı. Çocukluk ve gençlik İzmir’inin mesleki icrasının zirvesini yaptığı şehir İzmir’den çok farklı olduğunu söyleyip durdu. Bu bir durum tespitiydi şikâyet değil.
Bu şehirde çok az kişi olduklarını ve kurulmuş olan şer düzenlerine büyük çomaklar sokmasına rağmen büyük dirençlerle karşı karşıya kaldığını konuşmalarımızın satır aralarında söylerdi. Ve hep yalnız kaldığını büyük ihtimalle çok daha yalnızlaşacağını ima ederdi.
Vereceğim hiçbir tesellinin onu teskin edemeyeceğini anlamıştım. Ki ne yazık ki olan oldu. İtibar suikastçıları bu şehirde de dostumun yakasını bırakmadılar ve en aşağılık iftiralarla onu sevdiği şehirden uzaklaştırdılar. Büyük hayallerle geldiği doğduğu şehrinden büyük üzüntülerle ayrılması galiba içindeki en büyük yıkıntı oldu.
O günden sonra artık dostumun eski halini almasının çok zor olduğunu anlamıştım. Doğduğu şehirden gördüğü bu vefasızlık ve istemediği bir tarzda gerçekleşen ayrılık, bir karanlık sis gibi içini kaplamıştı. Zorla gülen simasına, aheste yürüyen bedenine karşılık sürekli içten içe kanayan bir gönle sahipti o artık.
Konuşmalarımız da azalmış ve dostum tamamen yalnızlığı tercih etmişti.
Üç dört hafta önceydi. Telefonda neredeyse o eski ses.
— Hocam şükürler olsun hakkımdaki tahkikat hayırla neticelendi. Bana atfedilen bütün suçlamaların iftira olduğu büyüklerimiz tarafından da tahkik edilerek beyan edildi. Artık yeni görevlere hazırım. Büyüklerimiz ne takdir ederse razıyım.
— Şükürler olsun Beyim, şükürler olsun. Zaten siz bizim için hep öyleydiniz. Bu tahkikatların bizim nezdimizde bir kıymeti yok lakin size söyleyecek iki çift sözüm var.
— Buyurun Hocam, buyurun lütfen.
— Aziz abim, kıymetli dostum. Zannımca bu hadiseler sizi çok yordu. Ben isterim ki siz artık yazının terapisiyle yaşamınıza devam ediniz. Bu ülkenin sizin kaleminizden ve münevver kimliğinizden okuyacağı yazılara çok ihtiyacı var. Bu yazılarınızla hem tarihe not düşersiniz hem de içten içe ciddi bir terapi ile ruhi sağaltımınızı gerçekleştirirsiniz.
— Doğru söylüyorsunuz Hocam. Evet ben de yoruldum. Bu meslekte şahit olduklarım beni çok yıprattı. İnşallah Hocam inşallah.
Ve bu son konuşmamızdı. Sevincin içinde bir hüzün vardı benim için. Sevdiklerimi kaybetmenin hep korkusunu yaşadım bu hayatta. Hele beklenmedik zamanlarda gelen bu ayrılıklar yüreğimi param parça ediyor. Hayatın galiba en büyük ıstırabı sevdiklerinizin ani ayrılışlarına şahit oluşunuzdur. Hele bu gidenler gönül ehilleriniz ise bir tarafınız hep eksik yaşamaya başlıyorsunuz.
İşte günlerdir bu eksikliği yaşıyorum. Çünkü bir hafta önce bu aziz dostumun kalp krizi geçirdiğini ve ölümle yaşam arasında mücadele ettiğine tanık oldum. Elimin yettiği, sesimin yetiştiği ve yüreğimin takat getirdiği kadar bu dostumun hayırlı bir yaşama kavuşması için dualar etmeye başladık. Harem-i Şeriften Resulluhha’ın Ravza-i mutahharasından tutun gönül ehillerinin olduğu bütün beldelere kadar onun ismini duyan herkes dua etti ve bugün o dualar ahiretine dair kabul olmuş dilekçeler olarak ölüm tarafından teyit edildi.
Kardeşim, dostum, yalnız adam, hasedin kıskacında olan uzun insan Kamil Bey’im bugün bütün yalnızlığının son bulduğu öteki aleme gitti ve bizi orada beklemeye başladı.
Ruhun şad, kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe olsun Kamil Mümin.
Allah sana rahmet, sevdiklerine de sabır versin.