Göller ve Dağlar
Şu günlerde dağlarımız, göllerimiz gündemden düşmüyor. Herkeste çevre bilinci öyle artmış durumda ki dünyayı kurtaracak insanlarımızın olduğuna şahit oluyoruz. Salda Gölü ve Kaz Dağları konusu maksadı ne olursa olsun, gündemimize çevre bilincini sokmuş durumda. Buradan da siyasî rant elde etme düşüncesinde olanları ise konuşmaya gerek yok.
Çevre koruma kurulları, dernekler, vakıflar, ulusal ve uluslararası kuruluşlar konu çevre olunca gözleri bir şey görmeden her şeye karşı çıkıyorlar. Muhaliflik iyi bir şey. Birilerinin korkmadan eylem yapması, yanlışlara tepki göstermesi güzel. İyi ki böyle bilinçli insanlar var diye dünyamız adına seviniyoruz. Bu türden eylemlerde, “Bunların arkasında kim var?” diye sorular sorulur. Elbette böyle eylemler çeşitli destekler olmadan yapılmaz. Eylem güzel ama eylemin amacı gerçekten çevreyi korumak mıdır? Bir tarafta iktidara muhalif sesler, diğer tarafta ülke yararına ve ekonomiye katkısı var diyen sesler var. Bir tarafta dağlarımız katlediliyor diyenler, diğer tarafta ülkeye ihanet ediyorsunuz, dış güçlerin oyununa gelmeyin diyen sesler. Doğrusu kafalar karıştı ama ortada bir de gerçek var. Günden güne talan edilen denize nazır dağlar, ırmak kenarları, göl kenarları, ormanlık alanlar sermaye sahiplerinin kontrolüne giriyor.
Toplumda birlik olunacak konularda bile ayrılıyoruz. Konumuz dağ, göl, deniz, orman ama biz yine partizanca yaklaşıyoruz konuya. Çevreyi koruduğunu sandığımız nice insan, ormanlık alanda inşa edilen bir villaya ve bahçeye sahip olmaktan geri durmuyor. Bu ülkede parası ve gücü olan hemen herkes denize bakan bir evde, yazlıkta yaşayabilmek için hayal kuruyor. Ormanları katledip, tam da ormanın kalbine bina yapanlar, üniversite kuranlar da çevre bilinciyle hareket ettiğini söyleyebiliyor. Bir köylü de odun için gözünü kırpmadan ormana dalabiliyor. Tarlasında anız yakarak verim alacağını sanabiliyor. Irmakların yolu değiştirilebiliyor. Sulak alanlar kuruyor veya kurutuluyor. Tarlalar arsa oluyor, bağlar talan oluyor. Herkes kat karşılığı köşeyi dönmenin hesabında. Sonra da çıkıp dağlar talan ediliyor diyoruz. Samimi miyiz?
Hangi şehirde olursa olsun mesire alanlarımızdaki çöpler dikkat çekiyor. Çöpten dağlar oluşuyor. Bir de mesire alanlarına girişte ödenen ücretler var. Sanıyorsunuz ki her yeri koruyorlar, temizliyorlar. Pervasızca atılan poşetler, ambalajlar, camlar, şişeler ormanlarda, denizlerde, ırmak kıyılarında çevreyi kirletiyor ama bunlara çıkarılan sesler cılız kalıyor. Haliç’in 90’lı yıllarda çamur yığını olduğunu bugün kimse söylemiyor. Çevre bilinci diyenlerin çoğu tuzu kuru insanlar. Özellikle sanatçı (!) kesimi böyle konularda önde oluyor. “Vay be, ne iyi sanatçıymış!” dedirtiyorlar ve hem magazinden düşmüyorlar hem de iyilik meleği oluyorlar. Sonra bir bakıyorsunuz, bu meleklerimizin ormanların içinde villaları çıkıyor, denize sıfır yazlıkları oluyor. Denizi de ormanı da gölü de tepe tepe kullananlar çevreci kesiliyor bu ülkede. Bir de hükümeti istifaya çağırıyorlar, destek de buluyorlar. Evet, çevre katliamına hayır ama bu tuzu kuru adamlarla birlikte değil!
“Arzusun çektiğim Beserek Dağı/Elvan elvan çiçeklerin açtı mı?/Çevre yanın güzellerin otağı/Bizim eller yaylasına göçtü mü?” diye gönlümüze seslenen Aşık Veysel’in gördüğü yaylalar da şimdi turizm bahanesiyle betonlaştı. Para kazanma hırsıyla yaylaların turizme açılması, derelerin, ırmakların ranta kurban edilmesi bize günah olarak yeter. Göller, dağlar, denizler, ormanlar, ırmaklar da bize emanettir. Emanetin hesabı ağır olur!