Gökten iner ve yüzümüzü öperdi…
Bulutların yüklüğünden Erzurum’a bembeyaz kalın bir yorgan inerdi ve o yorgan da bizi üzerine çekerdi; ayaklarımızın altına alıp üşürdük, donardık ama mutluluk içimizde ılık ılık dolaşırdı… Aşkla kendinden geçerek dönen bir Mevlevi zarafetinde yere inen kar tanelerinin yoğunlaşmasında sanki buğulu bir camın ardından nesnelere bakıyor gibi olurduk. Yüzümüze ve ellerimize düşen kar taneleri serin busesini yüzümüze kondurup, kendinden geçer ve damlacık oluverirdi. Sanırsın uzak yoldan bizi öpmeye gelmişti. En tatlı ve ürpertici öpücüğü ise ensemize düşmesi olurdu…
Yere düşünce hayatta kalmayı beceren ama elimizi yüzümüzü öptükten sonra kendinden geçen kar soğuktur ama ihlâslıdır tüyden daha hafif iner yere. İhlâsı ile yağmur ve doluya ders verir. Zaten onun bir Mevlevi gibi süzülerek yere inişidir ki toprağı daha çok doyurur verimini artırır. Karın ihlâslı aktarımı, toprağın tepesine vurmadan sunuşu daha kalıcı olur. Demek ki asıl mesele; soğuk ve sıcak oluş değil, tarzı ılık ve sakin olması. İşte soğuk ve beyaz kar incitmeden toprakla kucaklaşınca toprak hem bağrına basıyor, hem de rengârenk masnuatı İzni İlahi ile gün yüzüne çıkarıyor. Sıcak gelip buz gibi ısıranlardan soğuk gelip içimizi ısıtanlar daha hayırlıdır. Kar soğuktur ama üstlendiği görev sıcaklıktır; ayazın belini kırar.
Taze karın üzerinde yürümek, gurultusunu işitmek eve varınca taş kömürün kızdırdığı sobanın başında ısınırken yine kayan bakışlarımızla sokağı izleyip, yeniden dışarı çıkmanın planlarını yapmak ne güzel anlardı… Beyaz ve lapa lapa yorgan üzerinde çizmelerimize dolan karın ayaklarımızı buz gibi etmesine aldırmadan üşüye üşüye mutlu olurduk; tabletimiz yoktu, telefonumuz yoktu ufak şeylere ise sevincimiz çoktu. Mahallede bir tek kişinin sağlam kızağı sırası ile herkesi sevince boğar, o kısa binmelerle saltanatımızı ilan ederdik… Sanki Palandökenler kollarını birleştirmiş uzaktan ve yüksekten bizi izler, çocukluğumuza ortak olurdu. Bazen okula giderken mevcut izleri takip etmez, kendime iz yaparak yürürdüm; dönüşte aynı izleri takip etmek için... Okul dönüşü kendi adımlarımın üzerine basılmadığını görüp, yine aynı izler üzerinden eve dönmek ne keyifli olurdu. İz benim olunca yolda benim olurdu. Bununla birlikte, bilinmeyen yolda, mevcut izleri takip etmenin hedefe daha çabuk ulaştırdığını da geçen zamanla hayat öğretiyor.
Neden bu kar yazısını yazdım onu da siz kıymetli okurlarımla paylaşmak isterim: Kıymetli bir arkadaşım bana bir Erzurum türküsü dinletti; “Kar Yağardı Erzurum'a” Bir anda ışık hızından hızlı hayalimle lapa lapa karlı Erzurum günlerine gittim. Çocukluğumda okuduğum okullara ve yürüdüğüm yollara vardım. Sağımdan solumdan geçen kartopu ve leğenle kayan biraz daha şansı olanların ise kızak keyfini izledim… İnsan için hayal ne büyük bir zenginlik. Allah bize böyle bir servet vermeseydi; geniş mekânlarda daracık esaretler yaşayacaktık! İzmir’de otur ve anında Erzurum’a kar ile hasbihâle git. Çatılarda gelinlik kızlar gibi görücüye çıkan sarkıtları ve bacalardan gökyüzüne efkârla yükselen dumanı izle…
Modernlik insanın hayallerini de kısırlaştırıyor. Oysa hayaller kısıtlı imkânlarda deli bir kısrak gibi dur durak ve geme gelmeyi bilmez. Biz teknoloji ile hayallerimizi ve dostlukları da öldürüyoruz… Bir dostla sıcacık bir çay eşliğinde kar sohbeti yapmak bile bizi ısındırır ve hayallerimizi özgür kılar... Kitaplar ve dostluklar oldukça hayaller daha bir hür olur ve zamana kıymet katar. Hayallerin özgür kalması için kitaba ve dostluğa dönmek, teknolojiyi ve Android iletişimi dizginlemek lazım!