Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.29
Gram Altın
2919.61
BIST 100
9659.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
15 Ağustos 2021

​Göçmenler, sığınmacılar, Suriyeliler, Afganlılar meselesi üzerine..

“Göç” alanındaki çalışmalarıyla dikkat çeken Dr. Zuhal Karakoç Dora’dan okudum.

Şöyle yazmış:

“ Göç ve güvenlik çalışan bir akademisyen sorumluluğuyla birkaç hususu açıklığa kavuşturmakta fayda var:

Balkanlardan gelen göçle, Suriyeli/Afgan göçünü karşılaştırmak hem tarih ve coğrafya bilimleri, hem de siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler disiplini bakımından büyük hata.

Çünkü,

Balkanlardan göç edip gelenler bu ülkenin aslî unsurlarıdır. Devletin meşruiyetini dayandırdığı ulusun ta kendisidir! Ülkenin kaybedilmiş olan topraklarından, egemenliğin devam ettiği topraklara doğru yapılan bir göçtür ve mültecilik ya da sığınmacılık ile karıştırılmamalıdır.

Amerika, Almanya ya da başka ülkelerin iş gücü oluşturmak amacıyla kontrollü bir şekilde, sayısını ve kapsamını kendisi belirlemek suretiyle aldığı göçle de kıyaslanamaz. Zira, entegrasyon süresi en başından çalışılmıştır., göçmenler ulusa da devlete de tehdit oluşturmazlar.

Kontrolsüz kitlesel göç ise 21. Yüzyılın en büyük güvenlik sorunudur. Hem milli güvenlik sorunudur hem de uluslararası güvenlik sorunudur. En küçük ihmal, ulus devletin varlığına yönelik büyük bir tehdide dönüşme potansiyelini bünyesinde barındırır.

*

Dr. Zuhal Karakoç Dora’nın değerlendirmelerini okudunuz.

“Konuları birbiriyle karıştırmayın!” diyor.

Evet,

“Güvenlik endişesi taşıyan” masumlara “kontrolü tamamen elde tutarak” yardım elini uzatmak doğru…

Balkanlardan Türkiye’ye göçenlerle, Suriye’den Türkiye’ye göçenleri benzetmek yanlış!..

Yurt dışına çalışmak için giden Anadolu insanıyla, vekâlet savaşlarının yürütüldüğü bölgelerden koparak Anadolu’ya gelenleri benzetmek de yanlış.

Balkanlardan göçenler, işgal edilen topraklarımızdan koparak, Anadolu’ya, yani yine bizim olan topraklara gelmişlerdir.

Yurt dışına çalışmak ve biraz para biriktirip maddi problemlerinden kurtulmak için gidenlerin durumları ise büsbütün farklıdır.

Bendeniz, Annesi ve Merhum Babası, Almanya’nın işçi kabul edişinin ilk yıllarında bu ülkeye gitmiş bir vatan evlâdıyım.

Almanya’nın Hamburg şehrinin, Glückstadt adlı yerleşim biriminde doğmuşum.

İki buçuk yaşındayken Türkiye’ye getirilmişim.

Annem, Merhum Babam ve aile fertlerimin büyük bir bölümü uzun yıllar boyunca Almanya’da çalışmış…

Rahmetli Babam o yılları anlatırdı, Muhtereme Annem ise anlatıyor…

O vakitler “İş ve İşçi Bulma Kurumu”na başvuran “Gurbetçi Adayları” teker teker sağlık ve güvenlik kontrolünden geçirilirmiş.

“Alman Devleti” de, teker teker iğneden ipliğe, tepeden tırnağa incelemeye alırmış bizimkileri.

Öyle, milyonlarca “göçmeni”, kısa süre içinde “hurra” içeriye almak gibi bir durum yokmuş oralarda.

Bizimkilerin gayesi, Almanya’da çalışıp para biriktirmek, Türkiye’den bir, iki ev satın almakmış.

O evlerden birinde oturmak, diğerinin ya da diğerlerinin kirasını almak.

Almanlar ise, çoğu Alman’ın beğenmediği işlerde Türkleri ve diğer bazı ülkelerin vatandaşlarını çalıştırmak suretiyle işgücü açığını kapatmanın derdindeymiş.

Almanların, Anadolu insanı için fedakârlıkta bulunmak gibi bir durumları yokmuş yani.

Oralara gidenler de, Türkiye’de can güvenlikleri olmadığı için değil, “geçinme” ve hele “para biriktirme” imkânı hiç olmadığı için gitmişler.

*

Bunları niçin yazıyorum?

Son vakitlerde, zulümden, ölümden kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyelilerle, kendi devletlerine sığınan Balkan göçmenlerini ve binbir kontrolden geçerek yurt dışına çalışmaya gidenleri aynı kefeye koyma ve “iyi bir şey yapmak isterken” meseleyi daha da sıkıntılı hale getirme hallerini izliyoruz.

Bazıları da, “Suriye’den gelenler ucuza çalışıyorlar, bizimkiler iş ve para beğenmiyor!” diyerek, “sığınmacılara” yönelik tepkilerin artmasına sebep oluyor.

Bunlar çok yanlış yaklaşımlar.

Böyle kestirme kıyaslamalardan rahatsızlık duyanlar içinde “Suriyeli göçmenlere” yardım eden Balkan göçmenleri de var.

“Göç meselesinin” yönetilmesindeki eksiklikleri, koordinasyonsuzlukları gidermek…

Meseleyi, MİLAT Gazetesi’nin Hukukçu Yazarı Ercan Ezgin’in teklif ettiği “Göç ve Uyum Bakanlığı”nı kurarak çözüme kavuşturmak yerine…

“Balkanlardan göçenleri” öne sürmeyi çok yanlış bulduklarını ifade ediyor bu vatandaşlarımız.

gurbet ellerinde yaşayan vatandaşlarımız da, yurt dışına çalışmak için giden kendileriyle, Türkiye’ye sığınanların “benzetilmesinden” rahatsızlık duyduklarını belirtiyorlar.

Zira, onlar kazandıkları her bir “Mark”ın karşılığını fazlasıyla vermiş insanlar.

Şunu da çok iyi biliyorum ki,

Gurbet ellerden de, Suriyeli göçmenlerin ihtiyaçları için kullanılmak üzere yardımlar yapıldı.

Bu konuda çalışan sivil toplum örgütlerimiz var oralarda.

Mesele, “yardımlara” karşı olma meselesi değil, “sap ile samanın” karıştırılması meselesi!

Bunu yapanlar Siyasi iktidara destek vermiş olmuyor, aksine zarar vermiş oluyorlar üstelik!

*

Kıymetli okuyucularım:

“Sığınmacılar” konusuna bakışımı bilirsiniz.

Zulümden kaçan insanlara yardım elini uzatmak, inancımızın gereğidir.

Osmanlı’yı cihan hakimiyetine ulaştıran da, “askeri gücünden” ziyade, insanlara güzellikle hitap etmesi, etnik ayrımcılık yapmadan hizmetlerini her tarafa götürmesidir.

Meselenin bir tarafı böyledir.

Diğer tarafını da biliyorsunuz:

Her devlet, ani ve büyük göçlerin yol açacağı problemleri önceden görmek, tedbirleri eksiksiz bir şekilde almak mecburiyetindedir.

Aksi takdirde, at izi ile it izi karışır!..

Mücadele ettiğiniz güçlerin adamları da, “sığınmacılar” arasına girer!

Sınırlarınız ötesindeki her türlü sıkıntıyı içeri davet etmiş olursunuz.

Provokasyonlara müsait bir zemin oluşur.

Nüfus dengeleriniz bozulur.

Sosyal dengeleriniz alt üst olur.

Resmi raporlarınızda bile “Tam olarak kaç kişinin içeri girdiği tahmin edilememektedir!” yollu ifadeler yer alıyorsa…

Bütün bunlar güvenlik endişelerinin iyice arttığı ve bütün terör örgütlerinin eş zamanlı olarak üzerinize geldiği bir süreçte oluyorsa…

Meseleyi, “sloganlarla” çözüme kavuşturamazsınız.

Altındağ’daki büyük provokasyonu küçümsemeye çalışanlara aldırmamak…

Ve bu meselenin, düpedüz “beka meselesi” olduğunu gözden kaçırmamak şart!..

İşi hal yoluna koymakta gecikmenin siyasi faturasının ne tarafa çıkacağını söylemeye de gerek yok herhalde!