Göçmenler, sığınmacılar, Suriyeliler, Afganlılar meselesi üzerine..
“Göç” alanındaki çalışmalarıyla dikkat çeken Dr. Zuhal Karakoç Dora’dan okudum.
Şöyle yazmış:
“ Göç ve güvenlik çalışan bir
akademisyen sorumluluğuyla birkaç hususu açıklığa kavuşturmakta fayda var:
Balkanlardan gelen göçle,
Suriyeli/Afgan göçünü karşılaştırmak hem tarih ve coğrafya bilimleri, hem de
siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler disiplini bakımından büyük hata.
Çünkü,
Balkanlardan göç edip gelenler bu ülkenin aslî
unsurlarıdır. Devletin meşruiyetini dayandırdığı ulusun ta kendisidir! Ülkenin
kaybedilmiş olan topraklarından, egemenliğin devam ettiği topraklara doğru
yapılan bir göçtür ve mültecilik ya da sığınmacılık ile karıştırılmamalıdır.
Amerika, Almanya ya da başka ülkelerin iş gücü
oluşturmak amacıyla kontrollü bir şekilde, sayısını ve kapsamını kendisi
belirlemek suretiyle aldığı göçle de kıyaslanamaz. Zira, entegrasyon süresi en başından
çalışılmıştır., göçmenler ulusa da devlete de tehdit oluşturmazlar.
Kontrolsüz kitlesel göç ise 21.
Yüzyılın en büyük güvenlik sorunudur. Hem
milli güvenlik sorunudur hem de uluslararası güvenlik sorunudur. En küçük
ihmal, ulus devletin varlığına yönelik büyük bir tehdide dönüşme potansiyelini
bünyesinde barındırır.
”
*
Dr. Zuhal Karakoç Dora’nın değerlendirmelerini okudunuz.
“Konuları
birbiriyle karıştırmayın!” diyor.
Evet,
“Güvenlik endişesi taşıyan” masumlara “kontrolü tamamen elde tutarak” yardım
elini uzatmak doğru…
Balkanlardan Türkiye’ye göçenlerle,
Suriye’den Türkiye’ye göçenleri benzetmek yanlış!..
Yurt dışına çalışmak için giden
Anadolu insanıyla, vekâlet savaşlarının yürütüldüğü bölgelerden koparak
Anadolu’ya gelenleri benzetmek de yanlış.
Balkanlardan göçenler, işgal edilen topraklarımızdan koparak, Anadolu’ya, yani yine bizim olan topraklara gelmişlerdir.
Yurt dışına çalışmak ve biraz para
biriktirip maddi problemlerinden kurtulmak için gidenlerin durumları ise
büsbütün farklıdır.
Bendeniz, Annesi ve Merhum Babası,
Almanya’nın işçi kabul edişinin ilk yıllarında bu ülkeye gitmiş bir vatan
evlâdıyım.
Almanya’nın Hamburg şehrinin,
Glückstadt adlı yerleşim biriminde doğmuşum.
İki buçuk yaşındayken Türkiye’ye
getirilmişim.
Annem, Merhum Babam ve aile
fertlerimin büyük bir bölümü uzun yıllar boyunca Almanya’da çalışmış…
Rahmetli Babam o yılları anlatırdı,
Muhtereme Annem ise anlatıyor…
O vakitler “İş ve İşçi Bulma Kurumu”na başvuran “Gurbetçi Adayları” teker teker sağlık ve güvenlik kontrolünden
geçirilirmiş.
“Alman Devleti” de, teker teker iğneden ipliğe, tepeden
tırnağa incelemeye alırmış bizimkileri.
Öyle, milyonlarca “göçmeni”, kısa süre içinde “hurra” içeriye almak gibi
bir durum yokmuş oralarda.
Bizimkilerin gayesi, Almanya’da
çalışıp para biriktirmek, Türkiye’den bir, iki ev satın almakmış.
O evlerden birinde oturmak, diğerinin
ya da diğerlerinin kirasını almak.
Almanlar ise, çoğu Alman’ın
beğenmediği işlerde Türkleri ve diğer bazı ülkelerin vatandaşlarını çalıştırmak
suretiyle işgücü açığını kapatmanın derdindeymiş.
Almanların, Anadolu insanı için fedakârlıkta
bulunmak gibi bir durumları yokmuş yani.
Oralara gidenler de, Türkiye’de can
güvenlikleri olmadığı için değil, “geçinme” ve hele “para biriktirme” imkânı hiç olmadığı için gitmişler.
*
Bunları niçin yazıyorum?
Son vakitlerde, zulümden, ölümden kaçarak
Türkiye’ye sığınan Suriyelilerle, kendi devletlerine
sığınan Balkan göçmenlerini ve binbir kontrolden geçerek yurt dışına çalışmaya
gidenleri aynı kefeye koyma ve “iyi bir
şey yapmak isterken” meseleyi daha da sıkıntılı hale getirme hallerini
izliyoruz.
Bazıları da, “Suriye’den gelenler ucuza çalışıyorlar, bizimkiler iş ve para
beğenmiyor!” diyerek, “sığınmacılara”
yönelik tepkilerin artmasına sebep oluyor.
Bunlar çok yanlış yaklaşımlar.
Böyle kestirme kıyaslamalardan
rahatsızlık duyanlar içinde “Suriyeli
göçmenlere” yardım eden Balkan göçmenleri de var.
“Göç meselesinin” yönetilmesindeki eksiklikleri, koordinasyonsuzlukları
gidermek…
Meseleyi, MİLAT Gazetesi’nin Hukukçu Yazarı Ercan Ezgin’in teklif ettiği “Göç ve
Uyum Bakanlığı”nı kurarak çözüme kavuşturmak yerine…
“Balkanlardan göçenleri” öne sürmeyi çok yanlış bulduklarını ifade
ediyor bu vatandaşlarımız.
gurbet ellerinde yaşayan vatandaşlarımız
da, yurt dışına çalışmak için giden kendileriyle, Türkiye’ye sığınanların “benzetilmesinden”
rahatsızlık duyduklarını belirtiyorlar.
Zira, onlar kazandıkları her bir
“Mark”ın karşılığını fazlasıyla vermiş insanlar.
Şunu da çok iyi biliyorum ki,
Gurbet ellerden de, Suriyeli
göçmenlerin ihtiyaçları için kullanılmak üzere yardımlar yapıldı.
Bu konuda çalışan sivil toplum
örgütlerimiz var oralarda.
Mesele, “yardımlara” karşı olma meselesi değil, “sap ile samanın”
karıştırılması meselesi!
Bunu yapanlar Siyasi iktidara destek
vermiş olmuyor, aksine zarar vermiş oluyorlar üstelik!
*
Kıymetli okuyucularım:
“Sığınmacılar” konusuna bakışımı bilirsiniz.
Zulümden kaçan insanlara yardım elini
uzatmak, inancımızın gereğidir.
Osmanlı’yı cihan hakimiyetine
ulaştıran da, “askeri gücünden”
ziyade, insanlara güzellikle hitap etmesi, etnik ayrımcılık yapmadan hizmetlerini
her tarafa götürmesidir.
Meselenin bir tarafı böyledir.
Diğer tarafını da biliyorsunuz:
Her devlet, ani ve büyük göçlerin yol
açacağı problemleri önceden görmek, tedbirleri eksiksiz bir şekilde almak
mecburiyetindedir.
Aksi takdirde, at izi ile it izi karışır!..
Mücadele ettiğiniz güçlerin adamları
da, “sığınmacılar” arasına girer!
Sınırlarınız ötesindeki her türlü sıkıntıyı
içeri davet etmiş olursunuz.
Provokasyonlara müsait bir zemin
oluşur.
Nüfus dengeleriniz bozulur.
Sosyal dengeleriniz alt üst olur.
Resmi raporlarınızda bile “Tam olarak kaç kişinin içeri girdiği
tahmin edilememektedir!” yollu ifadeler yer alıyorsa…
Bütün bunlar güvenlik endişelerinin
iyice arttığı ve bütün terör örgütlerinin eş zamanlı olarak üzerinize geldiği
bir süreçte oluyorsa…
Meseleyi, “sloganlarla” çözüme kavuşturamazsınız.
Altındağ’daki büyük provokasyonu
küçümsemeye çalışanlara aldırmamak…
Ve bu meselenin, düpedüz “beka meselesi” olduğunu gözden
kaçırmamak şart!..
İşi hal yoluna koymakta gecikmenin siyasi faturasının ne tarafa çıkacağını söylemeye de gerek yok herhalde!