Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
22 Ağustos 2023

Göçmenem…

İnsanların doğup büyüdükleri ve ait olduğu toprakları terk etmek zorunda kalmalarının ne kadar üzücü olduğunu belirterek yazıma başlamak istiyorum. Tarihin ilk dönemlerinden itibaren bazı milletler bazen etnik veya dinî kimlikleri dolayısıyla veya başka çeşitli sebeplerle vatanlarından ayrılmak zorunda bırakılmışlardır.

Tarihî geleneğimiz ve düşüncemizden ötürü göç olgusunu Batılılardan farklı değerlendirmemiz gerekmektedir. Elbette ekonomik şartlara dayalı uzun bir konar-göçer hayatı yaşayan bir milletin fertleri olarak konuya bakışımız farklıdır. Manevî dünyamızda da yurdundan edilmenin nasıl derin izler bırakacağını en iyi bilenlerdeniz. Öncelikle ilk müminlerin müşriklerin Mekke’deki baskılarından kaçarak başta Habeşistan olmak üzere farklı topraklara göçtüğünü hatırlayalım. Daha sonra yine Mekke’deki zulümden korunmak üzere Peygamber Efendimizin ümmetiyle birlikte Medine’ye hicret ettiğini unutmuyoruz.

Tarih içerisinde soydaşlarımızın göçle ilişkisinde dikkat çeken başka bir husus ise yurdundan sürülen veya kaçmak zorunda kalan insanlara sahip çıkmalarıyla ilgili bir şeyleri de hafızamızdan silemeyiz. Endülüs’teki İslam devletinin yıkılışından sonra bölgede hâkimiyet kuran İspanyollar, yüzyıllardır o topraklarda yaşayan Müslümanlarla birlikte Yahudileri de vatanlarından kovduğunda onlara kucak açan Kanuni Sultan Süleyman olmuştur.

19. yüzyılda ülkelerindeki karışıklıktan kaçan Polonyalılar da Osmanlı Devleti’ne iltica etmişlerdi. Aynı dönemde Kafkasya’daki Rus yayılmacılığı ve Balkanlar’daki karışıklık, milyonlarca Müslümanın akın akın Anadolu’ya göçmesine yol açmıştır.

Uzun yıllara yayılan büyük çaplı nüfus hareketlilikleri II. Dünya Savaşı’na kadar dünya kamuoyunun gündemine girmemesindeki en büyük sebep Avrupa’nın göç dalgalarından etkilenmemesidir. Ne zaman ki göç olgusu Avrupa için ciddi bir sorun teşkil etti, o dönemden sonra meseleye uluslararası platformlarda çözüm arayışına girildi ve 1950’de BM Mülteciler Yüksek Komiserliği kuruldu. Ancak 21. yüzyılın başından itibaren Orta Doğu’nun içine düştüğü mülteci krizine çözüm bulunamadı. 2011 de başlayan Suriye İç Savaşı ise sorunun vahametini tüm boyutlarıyla gözler önüne serdi.

Yanı başımızda yaşanan bu insanlık dramına Türkiye olarak ilk günden itibaren kayıtsız kalmadık. Uyguladığımız ‘açık kapı’ politikasıyla ülkemize sığınan mültecilerin eğitimden sağlığa, sosyal ihtiyaçlardan istihdama tüm ihtiyaçlarını karşılamaya, onların yarasını sarmaya çabaladık ve yardıma devam ediyoruz. Bunu tarihimizden ve kültürümüzden gelen bir insanlık vazifesi olarak kabul ettiğimizin altını bir kere daha çizmek lazım.

Topraklarına mülteci kabul etmeyen veya ülkelerine sığınmış kişilere insanlık dışı muamele gösteren devletlerin yanında Suriyeliye kucak açan ülkemiz mülteciler için milyarlarca dolar harcayarak da insanlık onuru adına önemli bir vazifeyi yerine getiren Türkiye insanlığın geleceği adına umut veren işlere imza attı ve atmaya devam ediyor. İçerdeki siyasi tartışmalara konu edilen bu konuda temennim, kâğıt üstünde insan haklarının hamiliğine soyunan, bu konularda kendini kıstas belirleme konumunda gören devletlerin Türkiye’nin tavrından ders almalarıdır.

Şüphesiz ki tarih, yurdunu terk etmek zorunda kalanlara insanî bir görev anlayışıyla dinlerine,

Dillerine, renklerine bakmaksızın kapılarını açan Türkiye ile onları tel örgüler ardında açlığa, hatta ölüme sürükleyen devletlerarasındaki farkı yazacaktır. Ve’s-selam.