Göbeklitepe'de Tasavvufî Öğeler
On iki bin yıllık geçmişi ile dünyanın en eski tapınağı olarak kabul edilen Göbeklitepe'nin keşfedilme hikâyesi de en az bu ören yeri gibi gizemli ve maceralı olmuştur.
Göbeklitepe'yi
anlamak için arazinin asıl sahibi Mahmut Yıldız ile bir söyleşi gerçekleştirmiştik.
Urfa merkeze bağlı Örencik köyünde ikamet eden Mahmut Yıldız, dindar biri
olduğu için herkes ona “Sofi Mahmut” diyor... Yetmiş yaşlarında olan Mahmut
Yıldız, babası İbrahim ve amcası Şavak Yıldız ile başlayan Göbeklitepe’nin
keşfi hikâyesini bize şöyle anlatmıştı:
“1986
yılı idi. Biz burada tarım yapıyorduk. Daha doğrusu burası tarlamızdı. Mercimek,
buğday bazen de arpa ekiyorduk. Tarım yapmadığımız arazide ise hayvanlarımızı
otlatıyorduk. Biz, bu bölgede tarım yaparken buranın kutsal bir yer olduğunu
biliyorduk. Bugün dikili taşların çıktığı bölgeyi de dedelerimiz etrafını taşla
çevirdikleri için burayı sürmüyorduk. Hayvanlarımızı da burada otlatmıyorduk.
Çünkü her gün ziyaretçisi vardı buranın.
Tepenin
her yerinde rastlanan kireçtaşı blokları, bize buranın bir mezarlık olduğu
kanısını uyandırmaktaydı. Göbeklitepe’de toprağın yapısı, yığma toprak olduğu
için diğer arazilerden hemen fark ediliyordu. Ayrıca burası bilinmeden önce
bölge halkı tepedeki dilek ağacının altında toplanıp dilek tutarlardı. Dilek
ağacının olduğu yerde taşlarla çevrili iki mezarlık vardı. Burası, tapınaklar
bulunmadan önce bölge halkı tarafından ‘Ziyaret’ olarak anılıyordu. Bölge halkı
tepede taşlarla çevrili iki eski mezarın yanı başındaki asırlık ağacın
duldasında toplanır, adak adar, kurban keserlerdi. Bizim köy halkı buraya
Kürtçe olarak ‘Gıre Mıraza’ diyorduk. Türkçesi ‘hastaların tepesi’
anlamındadır.”
Göbeklitepe
sakini Mahmut Yıldız amcanın diline tercüman olalım. Göbeklitepe’yi, halk
diliyle değil hâl diliyle anlatalım. Burası derde devâ arayanların tepesidir. Yöre
halkı burada sunulan adakların dertlerin giderilmesine, dileklerin
gerçekleşmesine faydalı olduğuna, olacağına inanmış. Civar köylerden ve
kasabalardan da buraya dertlerine deva bulmak için gelenler oluyormuş.
Mızar’dan, (Karakeçi), Harran’dan ve Hilvan’dan da buraya gelenler çokmuş.
Tapınak
ören yerinin işaretleri kaybolmuş olsa da, ritüelleri derinden akan bir nehir
gibi, binlerce yıl öncesinden bugünlere süregelmiş. Tıpkı Atargatis kültü gibi,
Sin tapınağı gibi…
Mahmut
Yıldız konuşmasının devamında şu önemli hatıratı da aktardı.
“Amcam
1986’da burada çift sürürken tarlada iki tane eser buldu. Her biri elli kilo
ağırlığında idi taşların (heykel). Bulduğumuz taşları müzeye götürdüğümüzde
müze müdürü, arkeolog olmadığı için tarihî eser olan bu taşın kireç taşı
olduğunu söylediydi. Bu taşı müze envanterine almayıp geri götürülmesini
istemişti. Amcam da ‘ben bir defa bu taşı getirdim, bir daha köye geri götüremem,
yolda çöpe atarım’ demişti. Amcamın bu tepkisi üzerine müze görevlileri bu ilk
heykelleri almak zorunda kalmıştı. Heykeller, müze bahçesinde atıl bir
durumdaydı.
Daha
sonra o taşların değerinin bilinmesi üzerine bölgede yapılan kazı çalışmasıyla
Göbeklitepe, dünya tarihine ışık tutan bir yer olarak keşfedildi. 1986 yılında
4-5 yıl bu eserler müzede kaldı. Daha sonra Alman arkeologlar, Urfa müzesinde
amcamın vermiş olduğu taşları bahçede atıl bir vaziyette görüyor. Kısa zaman
sonra da buraya gelip keşif yaptılar. 1992 yılında da kazı başladı.”
Aslında bu bölgede 1960 yılında Şikako Üniversitesi ve
İstanbul Üniversitesi ortaklaşa bir yüzey araştırması yapmış ve bilimsel
raporlarını bilim dünyasına, arkeoloji dünyasına sunmuşlardı. Buradaki
heykeller-dikili taşlar merhum Şavak amcanın sabanına takılmasaydı belki de hiç
bilinmeyecekti. Yine bir tesadüf daha Şavak Amcanın yeğeni Mahmut Yıldız’ın
ifadesiyle Nevali Çori, Atatürk Barajı altında kalmadan önce burada kazı
ekibinin şoförlüğünü yapan yeğenleri varmış. Onun aracılığıyla Dr. Claus
Schimtd’e durum aktarılır. Örencik köyünde bulunan iki heykelin Urfa müzesi
bahçesinde atıl vaziyette olduğunu bildirir.
Sayılarının 20 kadar olduğu bilinen ve çapları 30 metreye
ulaşan bu dairesel blokların orta yerinde, boyları beş metreye ulaşan T biçimli
iki büyük kaya bloku var. Bu blokların şimdiye kadar altısı ortaya çıkarılmış.
Ama arkoeologlar bu sayının ileride iki yüz civarında olabileceğini
vurguluyorlar.
Gerek arkeologlar, gerek tarihçiler ve gerekse de din
adamları buradaki anıtsal yapının Kudüs’teki Kubbetüssahra ve Mekke’deki Kâbe
yapılardan binlerce yıl önce yapılan insanlığın ilk kıblesi düşünüyor.
Göbeklitepe bir yerleşim yeri değil, Örencik köyü de buraya çok uzak ve köy
sakinleri de buranın için bir ‘ziyaret’ yeri olarak dedelerinden biliyorlar.
Demek ki Göbeklitepe Fırat-Dicle havzasındaki avcı-toplayıcı
insan topluluklarının
adaklarını sunmak için geldikleri bir kutsal mekân ya da bir
tapınaktır. Bundan kırk elli sene evvel Göbeklitepe’deki dilek ağacı dultasında
toplanıp dilek tutan, kurban kesip adak adayanlarla dolup taşarmış.
Arkeolojik buluntular ortaya çıkmadan önce, bölge halkı
Göbeklitepe'deki taşlarla çevrili iki eski mezarın yanında bulunan asırlık
ağacın altında toplanıp dilek tutar ve kurban kesip adak adayanlarla dolup
taşarmış. İnsanlar, burada tuttukları dileklerin gerçekleşeceğine çok
inanırlarmış