Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.68
Gram Altın
2970.12
BIST 100
9913.32
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Globalizm: Sürdürülebilir fakirlik

“Sürdürülebilirlik” kelimesini sosyo-ekonomik bir kavram olan “kalkınma” ile birlikte ve küreselleşmenin içinde “yer edindirilmiş” şekilde sıklıkla duymaktasınız. Özellikle küreselleşmenin aktörleri “sürdürülebilir kalkınma”dan bahsetmektedirler. Peki bu kavram ne anlama gelmektedir?

“Kalkınma”, “büyüme” gibi kavramlar ekonomik jargonda kullanılan ancak toplumsal alana sarkmaları da olan, hatta toplumsalı da ilzam eden büyülü kavramlar haline gelmişlerdir. Neredeyse üzerlerinde bir konsensus bulunmaktadır. Hatta bu kavramlara, tarihsellik ve öznellikten uzak “nesnellik” yüklemesi yapılmaktadır ki, bu kavramlar teolojik anlamlar kazanmış olup rezerv belirtenler rahatlıkla aforoza uğratılmaktadır. Halbuki bu kavramlara bazı rezervler getirmekle, ülkesinin ve dünyanın daha iyi olmasını istemek farklı şeylerdir.

Kalkınma ve büyüme gibi kavramların tabii ki ekonomi açısından belirli tanımları var. Ancak bu kavramların özellikle küreselleşmenin aktörleri açısından, geri kalanlar (The Rest) üzerinde bir baskı ve hegemonya aracı olarak işletilmesi, kavramların ne kadar ideolojik olarak içeriklendirildiğini de bize göstermektedir. Meselâ; büyüme büyük oranda tüketim ile ölçülmekte; ancak bu arada insan ve ekolojik düzen ne hale gelmiş kimse sormamaktadır. Dünyanın ekolojik dengesi ciddi bozulmuşluk içinde. Öte yandan bugün kimilerinde örnek gösterilen Çin’in büyümesi, insana rağmen gerçekleşmekte ve totalitarizm konuşulmamaktadır.

İslam dünyasında kimi kitaplarda “kalkınma”ya güzellemeler yapılması oldukça ilginç. Hatta Hasan Hanefi gibi önemli bir entelektüelin “kalkınma”yı yeni kelamın alt yapısına yerleştirmesine insan üzülüyor. Türkiye’de birçok entelektüelin, tüm bunlardan dolayı “huzursuzluk” duymak yerine, hiçbir şey olmamış gibi ilgisizliği oldukça üzücü. Tabii ki, ben ülkemin ekonomik, sosyal ve kültürel her açıdan daha iyi olmasını arzu ediyorum. Ancak bu her şeye “credo” sunmamı gerektirmiyor.

Yayınlanan birçok istatistiklere bakıldığı zaman, dünya ölçeğinde bölüşümde adaletin pek iç açıcı olmadığı, hatta alarm verdiği anlaşılmaktadır. “Sürdürülebilirlik” pratikte bu oranların bozulmadan nasıl devam ettirileceğine dair bir sorundur aslında.

Global sistemin bütününe bakmadan durumu görmek çok olası değildir. Durmadan üretilen malların satışının gerçekleştirilmesi gerekiyor. İnsanlar tüketmek istemezlerse, onlar reklam ve propaganda ile bir “yol”a giriyor. Eğer tüketme gücüne sahip değillerse, borçlandırarak tüketmelerini sağlamak düşüyor. Bunun yolu da ömür boyu borçlanmaya kadar gidiyor. Tam da bu sebeple iki şey önem kazanmıştır. Birincisi, reklam ve manipülasyon için Baudrillard’ın dikkat çektiği simülasyon. Böylece hakikat saptırılıp büyülü dünya yaratılıyor. İkincisi de, finansal para sisteminin reel ekonominin önünde gitmesi; yani bol bol kredilendirme. Böylece kitleler en temel ihtiyaçlarını maliyetinin çok üzerinde ödeyerek ve sürekli borçlanarak elde edecekler.

Post/modern küresel dünya, henüz geri kalanlar için yeteri kadar doyum sağlamadığı için onlara daha fazla tüketim, arzu ve renkli bir dünya olarak görünüyor. Zaten küresel ölçekte, tüm ülkelerde şehirleşmenin devam ediyor olması, boşaldıkça periferinin yeni göçlerle ikame edilmesi ve bunları düşük ücretlerle çalışan insanlar olarak arzu ve tüketimleri için borçlandırılıyor olması, yetmedikçe gelecek hayatını ipotek altına almak pahasına borçluluğun derinleşmesi esas realitedir. Küreselleşmenin “sürdürülebilirlik” dediği de budur açıkçası. Yani dünya nüfusunu büyük oranda borçlandırarak fakirlikte eşitlemek.