Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
07 Kasım 2023

Giv ve Konya, oradan Beyşehir

Girişimci İşadamları Vakfı basın sorumlularından biri olarak Konya’da idim. Doğrusu küresel güçlerin haksızlıkları karşısında haklı bir karşı duruş, bir adalet temsili olarak durabilmenin bir yolu da muhakkak ekonomik güçlülükten, ekonomik bağımsızlıktan geçiyor, ana fikrinin tam karşılığı olan bir çalışmaydı. Etkinlik demek yetersiz kalır. Orada birbirinden farklı fikri, projesi olan projesinin yanına ekonomik destek arayabilme imkanını, fikrini yatırımcıya anlatma imkanını yakalayan pek çok insan vardı. Konya Belediye başkanı ve Konya GİV sorumluları da Konya’nın bir şehir olarak girişimciliğin başkenti potansiyelini taşıdığından bahsetti. Birbirinden farklı ekonomik başlıklarda alan uzmanlarından, akademisyenlerden, iş adamlarından bilgi ve tecrübelerin aktarıldığı paneller genel olarak ve özellikle ilgilisi açısından verimliydi.

Hayatımız hem klasik bilgi alımı ve onun güne getirilmesi, yeniden anlaşılarak güncellenmesi ve bu çabanın hem yazım dünyasına kazandırılması, hem yeni başlıklar, düşünülmemiş ve söylenmemiş biçimde yeni sunumlar ve söyleşilerle, hatta video yayınları, kısa film, film, belgesel senaryoları üreterek devam ettiğinden kendime ve benim gibi çalışan tüm anlam arayışçılarına fikir ve sanat girişimcisi kariyerini verdikten sonra oradan ayrıldım. Kongre merkezinin kapısından çıkar çıkmaz insanın iki kabının, karnı ve kalbinin açlığının ve tokluğunun ne de önemli olduğunu düşünmemle, ekonomiyi unutup anlam aramaya çıkmam bir oldu. Yeniden kendim oldum. Evet. Kabul. İnsan maddi anlamda ayakları üstünde durmalı. Ama kalbî anlamda da… İnsan ayakları üstünde durur. Ancak bunu manen de yapmazsa diğer ayaklar kurur, demeyeceğim. Kafiye merakımız biteli çok oldu. Manen ayakta duramayanın maddi anlamda ayakta olmaklığı yarım kalır, eksik kalır elbette. Ya da kırılır insan, “ayaksız” kalır kalbi doymazsa…

Dedikten hemen sonra kendimi Beyşehir Eşrefoğlu Camii’nde buldum. Bu camide dedem imamlık yapmış, bahçesine bostan kurmuş anneannem merhum. Camiye girdiğinizde ormana çıkmış oluyorsunuz. Ahşap sütunlar arasında göğü kokluyorsunuz. Bir kedi takıldı tabi yine peşime. Birlikte namaz kıldık.

Ahşap tavan süslemeleri arasında bir bahçede dolaşır gibi hayale daldım. Tabii ki anneannemle hayali hasret giderdik. Neydi ya hu? Anneannemin sofraları kesinlikle gökten inerdi. Misafirleri de… Anlık sofralar kurardık. Balcan/patlıcan eriyiverirdi sekiden zıplayan tabakların içine. Et illa lokum gibi pişer. Ne ara pişer, sana-bana-hepimize, hatta karşı komşuya düşer bilinmez. Çarşı ekmeği ağarır, Hızır eli değen pekmez kızarır. Şeytan küplere biner. Emek ve bereket başköşede bütün dünyaya hükmeder gibi mutlu. Adalet insandan umutlu. Besmele ekmek, hamt su. Sofrayı kuran kaldırır. Kurmayan elini yıkamaya gitmişken hazır bir de abdest almakta oyalanır. Olsun. Elimize mi yapışır denilir. Gülüş oynaş varsa çay, yoksa ada çayı, kekik demlenir. Sevgili İsa as’ın kulakları çınlar. Gökten inmiş siniye yansır gülümseyen hayali.

Bir de anneannemin kerpiç duvarlarında biz, her bayram gönderdiğimiz bütün "tebrik kartlarını" sırasıyla bulabilirdik senelik ziyaretlerimizde. Raptiyelerden pençeleriyle yaşlanmayan bir vefaya tutunan kuşlar gibiydi tebrikler. Hepsinin arkasında “Bayramını tebrik eder, ellerinden öperiz.” Yazardı. Çok şekil cümlelerdi fakat ne de içtendi mübarekler. Kiminde şehir silueti, kiminde kafa kafaya vermiş reçel gülleri olurdu tebrik kartlarının. Bir de İstanbul’un gerdanı olurdu boydan boya kiminde…

Aklıma panellerden birinde bir yapay zekâ yazılımcısının kaybettiğiniz sevdiklerinizle çet-mesajlaşabileceğimizi söylediği cümleler geldi. “Hadi ordan!” dedim içimden üretim ve kullanımı anlamsız olan teknolojiye... Biz kaybettiğimizi düşünmediğimiz sevdiklerimizle içimizden neler konuşuyoruz bir bilsen…