Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Kasım 2016

Git Gönlüne Bir Su Çal

Sen, ben, o! Elinle işaret etme ayıp diye öğretmişse de büyüklerimiz. Ellerimle işaret ediyorum. Sen, ben, o. Hepimiz öyleyiz.

Nasıl mıyız? Kendimize övgü, ötekine yergi dili. Kendi kedimizin hayranı, övgücü ozanı, şairi, dalkavuğu. Ötekinin celladı. Baltası.

Farklı oranlarda da olsa bu hastalığın baş gösterdiği bir zaman dilimindeyiz. Övgü çağı. Kendimizi veya en fazla bize menfaati dokunanı, hem de yalnızca dokunduğu sürece hamdetme çağı. Bu zamanı biz huy ve davranışlarımızla böyle dilimledik.

Hep başlangıcı unutuyoruz. Gelişimizi ve gidecek oluşumuzu. Ne idiğimiz ve ne olacağımızı unuturuz. Farkında değilsek çekilmemiz çok zor. Allah muhatabımıza sabır ihsan eylesin vallahi. Farkındaysak araya başka havadisler koyup güya muhatabı kendimizden dinlendirerek ama yine, yeniden, daima övünüp duruyoruz.

Halbuki insanın doğrudan veya dolaylı olarak ona verilen bir şeyle övünme cesareti göstermesi açık bir edepsizliktir. Edepsiziz. Farklı konularda ve oranlarda da olsa hemen hepimiz. Yalnızca servetle değil sahip olduğumuz maddi manevi herhangi bir üstünlükle övünmekte hiç gecikmiyoruz. Bunu doğrudan yapamayacak kadar az bir edebe sahip olduğumuzda ise, başkalarının hakkımızdaki olumlu fikirleri üzerinden, hep hakkımızdaki beğeniler, övgüler, hayranlıklar dizisini yeğleriz. Günlük like merakı ve seviciliğimiz malum. En komik ve konuyu noktalayan tavrımız da "Çok mütevazı biriyim" dememiz olmuyor mu? Sözün bittiği yer.

Övünmek; sahiplenmek ve geçtik kendimizi -ki bir gün nasılsa geçeceğiz-, sahip olduklarımızın bile asıl sahibini unutmaktan kaynaklanıyor. Belki hakikatte hiç tanımamaktan. Faniliğimize bakmadan ölümsüzlük zaafına kapılmaktan. Nasıl sert, haklı anlamına gelen sert cümleler kurulmalı ki bu övünme edepsizliğimiz, bu her şeyi berbat eden kirimiz pasımız akıp gitsin bizden.

Bir "ayna"dan yardım alarak...

Başımızı zorla sığdırdığımız, kırık da olsa idare ettiğimiz küçük aynalarımız yok artık. Aynalarımız da çok büyüdü ve çoğu zaman onlara bile sığamıyoruz. Hem o aynalar bizi kırıyor. Soyumuzu, huyumuzu... Ev dışında vitrin camlarından biri ya da lavaboda aniden bakışmamıza imkan vereni ile de yardımlaşabiliriz. İlla ev içinde arka odada kocaman bir boy aynası olması gerekmiyor. Belki bir huy aynası lazım. Hakikaten sadece Allah'ı hamdetmiş, bütün hayatı O'nun değerlerini yüceltmekle geçen bir peygamberin arkadaşlığı olabilir mesela o ayna. Özel olarak sırlanmış ve bizi kırmadan gösteren böyle devasa aynalar var. Vallahi var. İyi bir insan iyi bir aynadır. Alçacık bir gönül de öyle. Onlara bakarak kendimizi üryan görebiliriz. Ya da içimize doğru kabarmış nefsimizi patlatabiliriz. Gereksiz şişkinlerimizden kurtulabiliriz. Veya bir Kitap...

Başlıyoruz. Hep beraber. Herkes kendisine döndü mü? Tamam.

Sen kimsin? Seni sen mi yarattın? Hayatını kim verdi? Hakiki ve nihai sahibin sen misin? Kime aitsin? Varlık toprağın, bedenin ve o zaptı zor uzayın, ruhun tam olarak senin mi? Geçici olarak mı buradasın, kalıcı olarak mı? Kendini terketmen istendiğinde can kapılarını kapatıp buna karşı durabilecek misin? Kalbini avuçlarında sımsıkı tutarak teslim etmemeyi başarabilecek misin?

Sen bile emanet misin sana? Şu ten tabutunun içinde bir canı hem de onurla taşımakla sorumlu...

Saçmalamayı bırak o halde. Git bir elini yüzünü yıka. Git gönlüne bir su çal. Olmadı bir huy abdesti... Sallanma. Haydi.