Gidenler kalanlara ne söyledi?
Yeni Zelanda’nın Christchurch kentindeki iki camiye yapılan insanlık dışı saldırının bireysel bir eylemin ötesinde planlı bir hareket olduğu, gerek seçilen tarih, gerekse verdiği mesajla gayet açık. Sosyal medyada “Hristiyan terörü” başlığı ile paylaşılan yazıların yok edilmesi, batı medyasındaki manşetlerin olayı hafifletici ifadelerle servis etmesi, kullanılan piyon saldırganın Türk-İslam düşmanlığını merkeze alması ve silahın üzerine büyük harflerle “TurkoFagos” yazması dışında, Emevî Devleti’nin yenilgiye uğratıldığı yerin ismine, Kosova Savaşı’ndan sonra Sultan I. Murat’ı şehit eden Sırp askerin ismine, II. Murat ve oğlu Fatih Sultan Mehmet’e karşı iki defa Belgrad’ın Türkler tarafından alınmasını engelleyen Sırp komutanın ismine yer vermesi belki ancak seneler sonra lâyıkıyla anlaşılabilecek çirkin bir planın emareleri…
Şehadet… Söylerken ağrılı ama Allah’ın kuluna dünyada takdir ettiği en yüce makam… Bakınca insana “nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.” hadisini hatırlatıyor. Belki de bu hakikatten doğan hikmetle şehadete yürüyen insanların daima imtihanlarını vakarla veren, dünyaya bir güzellik bırakıp giden abide şahsiyetler olduğu anlaşılıyor. Onlar, burada anlattıklarını gittikten sonra da bize söylüyor.
Çirkin saldırı ile şehit edilen yolcuların hayat hikâyelerini incelediğimde beni en çok Suriye’deki ölüm ortamından ailesi ile birlikte kaçarak Yeni Zelanda’da yepyeni bir hayata başladığını düşünen 16 yaşındaki Hamza’nın babası ile beraber camide bulunduğu sırada, yine babasıyla beraber şehit edilmesi etkiledi. Onların cennete ağrılı, acılı yürüyüşünü izleyen ve dünya gurbetinde ikinci bir gurbet yaşayan o anne, kalan ömrünü sabrın en yüksek aşamasında, en şedit durağında geçirmek zorunda artık. Şehit annelerinin aldığı yaranın derinliğini hiç değilse bir dem düşünme gücünü kendimizde bulabiliyor muyuz?
Katliamda yaralanan 49 kişi, can veren 50 şehidin ardından bakakalırken dünya döndükçe hep aynı ıstırabı izleyecek.
İşte biz de bu çağda, elli Müslüman’ın dünyanın gözü önünde katledilmesinin yaşandığı çağda yaşıyoruz ve yazık ki bilmeme gibi bir ihtimalin varlığını kullanamıyoruz. Görüyoruz; duyuyor, biliyoruz. Öyleyse gördüğümüz ve bildiğimiz ölçüde sorumluyuz. Hadiseleri doğru okumaya, unutmamaya, unutturmamaya, dünyada güzel yaşamaya, birlik olmaya, sevmeye, saymaya, sarılmaya, yetiştirmeye mecburuz. Azaltmak isteyenlere inat çoğalmakla yükümlüyüz. Çünkü borçluyuz.
Kulak duyar, gönül dinler. Gidenler kalanlara daima bir şeyler söyler. Maddenin, kalbimizin dışına ördüğü duvarları inceltebilirsek, manadan gelen seslerin bize yaklaşmasına izin veririz. Okuyanlar var. Onlar duymakla kalmadılar, dinlediler de… 50 Müslüman’ın ebedî âleme göç edişinden sonra 350’yi aşkın insanın Müslüman olması delili bunun. Onlar çünkü, yeryüzüne derin bir çığlık gibi düşmenin ötesinde ışık olup süzüldüler kıtalara, ülkelere, şehirlere, mahallelere… Düşman kurşunu ile dağlanırken idraklere kan kırmızısı güller uzattılar.
Çünkü onlar, “Seni öldürmeye gelen sende dirilsin” tavsiyesinin en güzel numuneleri oldular. Henüz toprağa ekilmelerine rağmen tohum verdiler, anlattılar…
Selam ile.