Geziciler ve el ele eylemcileri… Birinde şiddet, diğerinde sevgi!
“Ağırlaştırılmış müebbet” cezası alan Osman Kavala ve 18’er yıl hapis cezası alan diğerleri için yargı yolu açık, nihai karar verilmiş değil, evrensel hukuk ve hukukumuz “masumiyet karinesi”ni temel hak olarak görüyor.
Anayasamızın 38. Maddesi “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” diyor.
Dolayısıyla, devam eden bir “yargılama sürecinin” bir aşamasında ceza alan birilerini “suçlu” ilân etmek, hukuka aykırı, Anayasamıza aykırı.
Bununla birlikte…
Sanıklardan bağımsız olarak, “çıbanın başı”Gezi Olayları’nı değerlendirebiliriz.
Ben, benimle birçok konuda farklı düşünenlerle de görüşüp, konuşmaya…
Onları anlamaya çalışan bir vatan evlâdıyım..
*
Gezi Olayları’nın bütün şiddetiyle devam ettiği günlerde, bazı grupların arasına girmek, oralarda bulunanlarla konuşmak benim için riskli bir durumdu.
Yani, düşünsenize, “Serdar Arseven de aramızda, aramıza hoş geldin Arseven” gibi bir paylaşım olsa, ayıkla pirincin taşını!..
Neyse, o günlerde, Ankara’dan İstanbul’a gidip, epeyce görüşme yaptık.
Anlamaya çalıştık.
Bu gruplardan bazılarının önde gelenleriyle ekranlarda tartıştık.
Orada, acayip bir durum vardı.
Pekçok genç, işin “oyununda, oynaşında”ydı.
“Maksat muhabbet olsun!” diye takılan nicelerini gördüm.
Arka plânda neler döndüğünü düşünmüyorlardı, böyle bir dertler yoktu, aslında Gezi Parkı- börtü, böcek gibi hassasiyetleri de yoktu.
Büyük bir oyunun içindeydiler.
O günlerde, şiddet iyice tırmanmaya başlayınca, “Çocuklarınızı lütfen çekip alın, bu bir oyun değil!” diye seslenmiştim anne babalara.
Ne yazık ki, çocukların “oyun olsun, muhabbet olsun” diye takıldıkları ortam, zamanın derin unsurlarının kasten orantısız güç kullanmalarının da etkisiyle bambaşka bir hal aldı.
“Faiz Lobisi”ne hizmet eden Küresel Medya organları Taksim’e çöktü.
Irak’a ABD işgali- Körfez Harekâtı’ndan sonraki en fazla “canlı yayın” sürelerini Gezi’ye tahsis ettiler.
“Bu ne Türkiye sevdasıymış arkadaş!” dedik o günlerde.
Zamanın Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın olayların ardından yaptığımız röportajda ifade ettiği gibi, bu işlerden “faiz lobisi” faydalanıyor, bizim ekonomimiz ise ağır darbe alıyordu.
Olayların ardında “Londra ve İstanbul”un tefecileri vardı!
Çokları ise bunun farkında değildi!
“Toplumsal mutabakat”zemini dinamitleniyor…
Memleket evlâtları iyice birbirlerinden kopartılıyordu.
Kurguyu yapanlar, hükümetin “şiddet yoluyla” devrilmesini, memleketteki gerilimlerin geri döndürülemeyecek ölçüde tırmandırılmasını ve Türkiye ekonomisinin “iyice bağımlı hale gelecek kadar” çökertilmesini amaçlıyorlardı.
Ne yazık ki, kimileri bu oyunlara geldi.
Solcu, sağcı, İslamcı, Ulusalcı, Kürtçü…
Sonuçta, ideolojiler üstü bir “lobi”, “faiz lobisi” bu işten çok kârlı çıktı.
“Maksat muhabbet olsun” diye Taksim’e gidenler kaybetti.
Biz de kaybettik.
Düşmanlarımız kazandı.
Böyle bir organizasyonu “arka plânda” tertipleyenlerin, kasıtlı orantısız güç kullanımıyla ortalığı ateşe verenlerin, Mustafa Kemal Atatürk fotoğrafıyla Abdullah Öcalan fotoğrafını bir araya getirmeye cür’et edenlerin…
Şiddete, vandalizme tavan yaptıranların…
“Çiçek, böcek” davasında olduklarını mı düşüneceğiz yani?
Ha, denilebilir ki…
“Kardeşim, hükümeti aşındırmak, onun sandık
yoluyla devrilmesini sağlamak için aşındırıcı protesto eylemleri yapmak
demokrasilerde hak değil mi?”
Saçma bir soru değil.
Öyleyse bir “misalle” cevap verelim:
***
NE GÜZEL BİR EYLEMDİ O EYLEM!
Başörtüsü yasağının en şedit şekilde uygulandığı süreçte…
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin önünde başlayan ve bütün ülkeye, hatta yurt dışına yayılan “Ele Ele İnsan Zinciri.”
"İnanca Saygı, Düşünceye Özgürlük İçin El Ele" eylemi.
O günlerlerde oralardaydık.
Milyonlarca vatan evlâdının yer aldığı eylemde, en ufak bir şiddet gösterisi olmadı.
Tepkiler, talepler, nezaketle sunulan karanfillerle ifade edildi.
Kitle, “İnanca saygı ve düşünceye özgürlük”ten başka bir talebinin olmadığını net bir şekilde ortaya koydu.
Kimse incinmedi.
Mesaj en güzel, en nezih tarzla verildi.
Provokatörlere karşı son derece dikkatli olundu.
Eylemi amacından saptırmak isteyecek odaklara karşı ikazlar, iç mekanizma yoluyla herkese iletildi.
Eylemciler, birer “şuur abidesi”ydi.
“Maksat muhabbet olsun” diye giden yoktu.
Bilinçli bir kitle vardı.
Eylemin çerçevesi belliydi, o çerçevenin dışına çıkılmadı.
Ve birçok yerde gördüm, azıklar “güvenlikten sorumlu” personelle paylaşıldı.
Darbeci zihniyet, nice mağduriyete sebep olmuş, nice hayatları kaydırmıştı.
Eylemcilerin içlerinde elbette büyük öfkeler vardı.
Bu öfkeler, nefret boyutlarına da varıyordu.
Lâkin, duyguların eylemin amacına zarar vermesine engel olundu.
Vakur duruş hiç bozulmadı.
Sevgi iklimi, başörtüsü mücadelesine “soğuk bakanlardan” bazılarını da içine çekti.
Tek kişinin burnunun kanamadığı eylemlere katılanlardan bir bölümü, DGM’de yargılandı.
Eyleme katılan hocaların akademik unvanları ellerinden alındı.
Yargılanan mağdur ve mağdurelerin avukatlarına bin türlü engel çıkartıldı.
Başörtüsü avukatlar, duruşma salonlarından çıkartıldı.
Kitle bütün bunlara sabretti ve sabrıyla “yasakçı zihniyeti” eritti!
*
Bir başka sahneyi de hatırlayan çoktur:
İktidardaki Refah Partisi’nin kapatıldığı gün…
Rahmetli Lider Necmettin Erbakan, infial halindeki tabanını teskin etmiş…
Şiddet eylemlerinden uzak tutmuş…
“Bu alınmış olan karar, tarihin akışı içerisinde basit bir noktadır.” diyerek güven ve moral vermişti.
Rahmetli Erbakan Hoca, o günlerde savaştan-intikamdan bahsetmiş olsaydı, neler yaşanabilirdi, tahmin edersiniz.
*
Şimdi dönelim “Kavala ve diğerleri” kararına…
Dedim ya, “nihai karar çıkıncaya kadar kimse suçlu ilan edilemez.”
Dahası, bu memlekette, hakkındaki nihai karar “ağırlaştırılmış müebbet” olanların bile, günün birinde “aklandıkları” az görülmemiştir.
Her neyse…
Yargı süreci devam etsin bakalım.
Köprünün altından çoook sular akar!..
Benim vermek istediğim mesaj:
Ey protestocular, ey eylemciler!..
Siyasi iktidarı sandık yoluyla devirmeye çalışmak, meşrudur.
Bunun için protesto eylemleri de yapabilirsiniz.
Dahası, protesto edilmek, eleştirilmek siyasi iktidarların bazı noktalarda kendilerine gelmesi gibi bir olumlu sonuca da vesile olabilir.
Ben de siyasi iktidarı ve muhalefeti bolca eleştiren bir yazarım.
Bundan dolayı da her kesimin tepkilerine hedef olmaktayım.
Eleştiri, protesto iyidir.
Şiddet ise başka bir şeydir.
Birilerinin oyununa gelmek…
Şiddete prim vermek.
İmdada koşan ambulansları, itfaiye araçlarını yakmak…
Esnaf taşlamak…
Bunlar olmaz!
Eylemciler…
Hiç olmazsa bundan sonra…
“İnanca Saygı Düşünceye Özgürlük İçin El
Ele" eylemindeki güzel
atmosferi oluşturamazlarsa da, “zarif
işler”yapabilirler.
Yakmanın, yıkmanın, tehdit etmenin, şiddet
fırtınaları estirmenin ne âlemi var; vatandaşa güzel el yazıları ile
hazırlanmış mesaj yüklü metinler dağıtın…
Çiçek uzatın.
Sevgi pıtırcığı olun.
Böyle yaparsanız, “kararsızlar” denilen “ikinci parti” büyüklüğündeki kitleden de önemli miktarda oy
çekebilirsiniz.
Tansiyonu yükseltmenin, gerilimi
tırmandırmanın, ağız dolusu hakaretler tehditler yağdırmanın, “iki arada bir derede kalan kitleleri”size yaklaştıracağını mı düşünüyorsunuz?
Ha bu arada;
“Adamlar
akıl mı veriyorsun, bırak yapsınlar ne yapacaklarsa... Bırak kaybetsinler
iyice!” diyenler de olacaktır.
Ben...
Gerilimin had safhada olduğu, projelerin değil
de, küfürlerin, hakaretlerin yarıştığı bir seçim atmosferi istemiyorum!
Memleketin ve memleket evlâdının temel
problemlerini çözüme kavuşturmak için, kim hangi projeleriortaya koyuyor...
Bunlara odaklanmak istiyorum!..
Çatışmanın, gerilimin tırmandığı,
tırmandırıldığı ortamdan herkes zararlı çıkar ve kavga 2023’ten sonra da şiddetlenerek devam eder!..
Böyle olursa da…
Düşmanlarımız hariç, herkes kaybeder!