"Gerileme Devri" bitti
Osmanlı’da duraklama 1600’lü yıllarda, gerileme ve çözülme de 1700’lerde başladı.
Türlü tedbirlere, çarelere
başvurulsa da gerileme durdurulamadı.
1800’lerin başlarına
gelindiğinde gerilemenin ilacının bulunduğu zannedildi, ilaç “Batılılaşma”ydı.
“Batılılaşarak” gerilemeyi durduracaktık!
“Batılılaşma”dan
“modern”leşebilirdik ancak, “modernleşme” yerine “batılılaşma”yı tercih ettik.
Hummalı “Batılılaşma” 1839’da, Tanzimat
Fermanı ile başladı.
Kadim “Osmanlı” kıyafetlerimiz terk edilip fes ve pantolona
geçildi. Resmi dairelere padişahın
resimleri asıldı. Tiyatrolar açıldı. Batı
edebiyatı, Batı musikisi hem teşvik, hem baş tacı edildi.
Laik okullar açıldı. Elit
kesimler başta olmak üzere, Türk ve Müslüman çocuklarının azınlık/yabancı okullarına gönderilmesi moda oldu. Bu okullarda
Türk çocuklarına kabahatleri halinde haç öptürülerek özür diletiliyordu.
Padişah Abdülmecid, 1856’da
Fransız elçiliğinde baloya katıldı.
Bütün bu çabalara rağmen, gerileme bir türlü durdurulamadı.
Büyük Britanya’nın kendine “Kızıl Sultan” ismini taktığı Sultan
Abdülhamid dahi “Batılılaşma”ya maruz kalmıştı, Batı musikisi
dinleyerek uykuya dalardı.
Son Halife Abdülmecid, Batı
müziği, Batı edebiyatı hayranıydı, mayoyla denize bile girdi.
Cumhuriyet inkılaplarından
beklenen de, gerilemeyi sonlandırmak, ilerlemeyi başlatmaktı.
Cumhuriyet döneminde “Batılılaşma” fırtınası öyle kuvvetli
esti ki, 1930’larda radyo yayınlarının
nerdeyse tamamı batı musikisi, dans
musikisi, caz, tango, balalayka ve stüdyo orkestralarıydı.
Böyle peş peşe gelen reform hamlelerinin nihai hedefi, ekonomik kalkınma ve güçlü ülkeler arasına girmeydi.
Lakin hiç bir sonuç alınamadı.
Reformlar gerilemeyi bitiremedi, bir türlü ilerleme başlatılamadı.
“Batılılaşma”,
ne yazık ki “uydulaşma”ylasonuçlandı.
Tanzimat’ın 110’ncu yılında, 1949 yılında fert
başına düşen milli gelirimiz, sadece 190 dolar, yıllık ihracatımız sadece 0,2
milyar dolardı.
Islahat’ın 100’ncü yılında 1956’da Galata Köprüsünde rastgele çekilmiş fotoğrafta denizi
seyreden çocuğun, yalnızca ceketinde 14
yama sayılıyordu.
1970’lerde ampul, gaz, çay, kahve, yağ, şeker, et,
ekmek, kömür, petrol her şey, ama her şey kuyruktaydı, her şey
karaborsaydı.
ABD’nin burnumuzdan getire
getire verdiği yıllık bir kaç yüz milyon dolarlık hibeyi en büyük ekonomik
başarı sayıyorduk.
1980’de, bir yıllık
ihracatımız ancak 2,9 milyar dolardı. Bu rakam, şu andaki bazı illerimizin, bir
yıllık ihracatının bile çok altındaydı.
Yani;
1980’lere kadar 150 yılda hiç
bir sonuç alınamamış, gerileme
durdurulamamış, az gelişmişlik sorunu
çözülememişti.
Şehirler öbek öbek gecekondular
ve teneke mahalleleriyle doluydu, sokaklar çamur, yollar delik deşik,
elektrikler kesintili, sular kısıntılıydı.
“Batılı”laşmıştık
ve de “modern”leşememiştik.
1980’lerde direksiyon Özal’a
teslim edildi.
Özal, Türkiye’yi “serbest piyasa ekonomisi” ve “ihracata dayalı ekonomik model”e
geçirdi.
Bu, ilerlemenin 400 yıldır
bulunamayan marş düğmesinin bulunup “marş”a
basılmasıydı.
“Start”ıÖzal verdi, “marş”aÖzal bastı.
400 yıldır çalışmayan motor
gürledi.
AK Parti ve Erdoğan “serbest piyasa ekonomisi” ve “ihracata dayalı ekonomik model”i başarıyla
sürdürdü.
1992-2002 arasındaki “fetret” ve 2010’larda peş peşe gelen “Gezi”, “15 Temmuz suikastları” ve pandemi
faciasına rağmen, bu yıl 2021
sonunda ihracatımızın 200 milyar doları
geçti.
1970’lerde, 50 İslam
ülkesinin yıllık toplam ihracatı, (petrol ihraç edenler de dahil) bir Fransa
etmiyordu. 1 Ocak 1970’te 1 varil petrol 1,39 dolardı.
Türkiye, 2021’de tek başına
Fransa’nın yarısına yaklaşmaktadır. Mesafe hızla kapanıyor.
300 yıldan beri hep geri adım atan, hep geri çekilen
Türkiye, ilk kez Suriye, Libya, Doğu
Akdeniz, Karabağ’da ileri adımlar
attı.
“Siyasal İslam” tabirinin
mucidi Oliver Roy durumu şöyle görüyor:
“İşin paradoksal tarafı, Turgut
Özal tarafından başlatılan ve AK
Parti’nin doruğuna vardırdığı “modernleşme”nin
Osmanlı geleneğine dönüş, hatta dinden bahsetmenin şifresi olarak kullanılan “geleneğe dönüş” adına yapılmış
olmasıdır.
Sancağı, Özal’dan Erdoğan
devraldı.
Gerileme, Özal’la son buldu.
Özal, “Çağ atlatacağım” demişti.
Dediği oldu, “çağ atladık”.
Türkiye, “b.aılılaşmak”la değil, “kendisi
olmak”la, “fabrika ayarları”na ve “kadim eksen”inedönmekle çağ atladı.
Malazgirt kazanıldığında zaferin ehemmiyeti,
Türklere Anadolu’nun kapısını açtığı sıcağı
sıcağına anlaşılamadı. Malazgirt, o devirlerde sık yaşanan gazalardan bir
gaza sanıldı.
“Malazgirt”in
manası nice yıllar sonra anlaşıldı.
Gerileme Devri’ni Özal’ın sonlandırdığı nice yıllar sonra geriye bakıldığında daha net görülecektir.