Geri Çekilme
Geri çekilme, maruz kalındığında hastalık, bilinçli yapıldığında sağlık belirtisidir. Her durumda fiziksel bir durağanlığı, zihinsel bir hareketi barındırır. Savaş veya salgın halindeki geri çekilme elbette bir güç kaybına işaret eder. Varoluşa, sahip olunana, mevcuda yönelik bir saldırı söz konusu olduğundan, kendini koruma içgüdüsü geri çekilmeyi buyurur. Geri çekilirsiniz, çünkü orada, o haliyle, eskisi gibi durduğunuzda yok edilme riskiyle karşı karşıyasınızdır. Geri çekilmeli ve sırtınızı daha korunaklı bir yere yaslamalısınız; geri çekilmelisiniz ki ‘belayı’ en az zayiatla atlatmaya fırsatınız olsun. Görünür yahut görünmez düşman karşısında, savaşta veya salgın hastalıkta, geri çekilmek zorunludur; bu üstelik sadece aklın gereği değil bütün canlılar için kendini korumanın vazgeçilmez şartıdır. Geri çekilirsiniz, güç toplarsınız, şartlar olgunlaştığında yeniden eski yerinize, eksi konumunuza, eski mevzinize döner ve mücadeleyi devam ettirirsiniz. Hayat, böyle söylüyor.
Savaşta geri çekilme, düşmanın zarar verme menzilinden uzaklaşma anlamına gelir. Zafer için yeniden plan yapma, dinlenmiş olarak yeniden saldırıya geçmenin stratejik bir karşılığıdır geriye çekilme. Tahkimatı tamamlar ve yeniden başlarsınız, eğer kayıp yeniden başlama gücünü tamamen elinizden almamışsa. Eğer çekilmekte geç kalıp kaybı yeniden başlamanın engeline dönüştürmemişseniz. Geri çekilir ve sonra çekildiğinizden fazlasını kat eder, zapt edersiniz. Aslında burada çekilme, geçici bir kayıptan ziyade kalıcı bir kazancın arasına yerleştirilmiş küçük bir duraklama döneminden başka bir şey değildir.
Görünmez düşman için de durum neredeyse böyledir. Elbette virüsün sizi görüp kendisini göstermemesinin bütün avantajlarına sahiptir virüsler. Görünmeyen gözleriyle rakibini takip eden, görünmeyen burunlarıyla kokularını alan, fırsatını bulduğu an onun üzerine abanan, zehrini püskürten, en can alıcı noktasına yerleşip onu yok etmenin sayısız yöntemini kullanan görünmez düşmanlar… Görünür düşmanlardan bir farkı vardır elbette. Belki biraz daha adil davranır virüsler. Gücü, görünmemesinden kaynaklandığı için kimlere, ne zaman, nasıl yapışacaklarına kendileri karar verir. Güçlü ve kötü zihinlerden çıkmış güdümlü füzeler gibi değildir örneğin. Koordinatları güçsüz ve nispeten iyi olanlara yönlendirilmiş, tahrip gücü rastladığı her şeyi yok etmeye, bırakın insanı; ağacı, börtüyü, böceği, toprağı bile kurutmaya ayarlanmış toplam bir kötülük sözcüsü değildir virüsler. Sebep de olsa sonuç da olsa, konvansiyonel savaşlarda olduğu gibi yok etme gücü sınırlı, belli kalıplara sıkışmış savaş aletlerine benziyorlar. Tek amacı insanlara bir adım geri attırmak. Hiçbir freni olmayan, dikiz aynası kırılmış, son hızla uçuruma sürüklenen insanlık arabasına ani fren yaptırıp, tekerleri patlatıp, hatta belki birkaç takla attırıp hayatın kenarındaki bir molaya çekilme fırsatı verdi bu haliyle. Durduk ve bazılarımız fena yaralı. Durduk ve herkes korku içinde. Durduk ve herkes dehşeti anlamaya çalışıyor. Durduk ve başımız iki elimiz arasında, düşünüyoruz. Neden bu kadar hızlı gidiyorduk ki? Bu kadar hızlı nereye gidiyorduk ki? Hızlı gidiş neye yarıyordu ki? Neye, nereye yetişmeye çalışıyorduk ki? Neden geride kalanları bu kadar aşağılamış, önde olanları bu kadar alkışlamıştık ki? Öndekiler önde olarak neyi gerçekleştirmişlerdi de geride kalanlar önde olanlara yetişmek için ölümcül kaza riskini alıyordu ki? Yetişme telaşı etrafı görmemizi engellediği, manzarayı görünmezleştirdiği halde neden gözlerimizi körelten bu camın sadece önüne bakıyor, kenarda kıyıdaki sayısız güzelliğe bakmıyorduk ki? Üstelik yetişme telaşının yetişme amacını tamamen unutturduğu bu hız yolculuğunda, hızımızı azaltmasın diye önümüze çıkan her şeyi, neden ezip geçiyorduk ki? Şimdi varılan bu noktada üzülmeli mi gerçekten? Dikiz aynamız kırıldığından geçmişi zaten göremiyorduk. Hız tutkusundan yola çıktığımız yeri düşünecek halimiz zaten kalmamıştı. Yetişme kaygısından, yolculuğumuza eşlik edenlere ayıracak vaktimiz zaten yoktu. Bütün o akış içerisinde tümseklerin, çukurların, virajların sağından solundan nasıl geçeceğimizi düşünürken ömrümüz geçiyordu ve bir şey, bir virüs, görünmeyen bir el frene dokundu, takla attık, şimdi kenarda, yüzümüz gözümüz, aklımız gönlümüz yara bere içinde, olup bitenleri anlamaya çalışıyoruz. Üstelik yollar önceden yapılmış, arabalar bize ait değil, yolun sonunu başkaları görüyorken?..
Bütün arabalar kaza yaptı. Yol boyu sayısız kaza. Hayat yolu, mahşer gününü andırıyor. Herkes geri çekildi. Hepimiz bir adım geri çekildik. Sadece sahip olduklarımızın gerisine düşmedik. Mevkiler, makamlar, mülkiyetler, şöhretler arasında sersemletilmiş, uyuşturulmuş iç dünyalarımız da geri çekildi. Ve elbette onların yakasına iliştirilen yalanlarımız, o yalanlardan inşa edilen kumdan kulelerimiz... Onların yakasına özenle konmuş, her adımda harelenen, tarazlanan, başkalarının gördüğü, bizim kör olduğumuz ikiyüzlülüklerimiz, benlik patlamalarımız, ihanetlerimiz, kıskançlıklarımız, kötülüklerimiz de durdu bizimle beraber. Onlar da yolun kenarına çekildi, onlar da evlerin duvarları arasına sıkıştı. Onların da hızı kesildi. Belki de buna ihtiyaç vardı, böyle bir saldırıya, böyle bir düşmana… Devasa boyutlara ulaşmış kötülüğü dondurmak için küçük iyiliklerin de dondurulması gerekiyordu belki ve oldu. Belki de bu sonsuz koşturmaca içinde küçüldükçe küçülen insanın kendini yeniden büyütme imkanıdır korona, belki de ağrılarını bile unutan çağın kendini onarması için ağrılı bir fırsat, son fırsattır nihai ölüm öncesi.
Hız durağanlığın; gösteriş hakikatin; yüzey derinliğin; simülasyon gerçeğin karşısında bir an için irtifa kaybetti. İnsan eliyle yaratılan gölge küçülmeye, insan eliyle püskürtülen zehir erimeye başladı. Bütün kötülüklerin aynası olarak atmosferden içeri süzülen bir virüs, her yere yayılmış olan kötülüğü büzüştürerek görünür kılıyor. Durmasa, göremeyeceğimiz kötülüğü; ara vermesek devam edeceğimiz kötülüğü; geri çekilmesek mücadele kararı alamayacağımız kötülüğü. Bakmasak, göremeyeceğimiz…
Dünyayı küçültürken yüreklerimiz de küçültmüştü. Uzayı daraltırken ruhlarımız da daralmıştı. Uzağa bakarken yakını, başkalarına bakarken kendimizi görmeyi unutmuştuk. Bilgiye, hayata, ışığa boğulmuştuk. Kelimenin gerçek anlamıyla keşfettiğimiz ne varsa boğuyordu bizi. Her şeyin çoğunu istemiş, almış, her şeyin fazlasına gömülmüş, fazlasında gömülmüştük. Üzerine ölü toprağı serilen şehirlerimiz gözlerini açıp bedenlerin gerisinden şöyle bir hayata bakıyor. Karmaşanın bitmesi için geçici bir sükuta ve sukuta ihtiyaç var. Sessizlik, gürültüyü dengelemek için her yerde artık. Varoluş, yeniden yeşermek için toprağın altına çekildi. Bir vakit patlayacak, bir vakit başını çıkaracak topraktan dışarı hayat, bir vakit yeniden buluşacak gökle. Bir vakit, evet, ama buna insan değil, kader karar verecek.