GERÇEKTEN HELAK MI OLDUK?
Şu süreçte farklı bir sınava maruz kaldık… Umut yitimi… Karabasan gibi çöken karamsarlık bulutları… Üretilmiş korku ve kaygılarla psikolojik travmalara sürüklenen bir toplum…
Dünyanın
geleceği üzerinde kendilerini tek muktedir güç sananlar… Halkları güdülmeye hazır
yığınlar olarak görenler... Ve aynı değirmene su taşıyan bizim mahalleden kelam
ve kalem erbabı… Günümüzü, geleceğimizi ve gönlümüzü karartıyorlar…
Fütüristler,
müneccimler, bilim-kurgucular, komplocular, siyasi kehaneti marifet sananlar, “Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak”
isteyenler, hülasa korku, kaos ve krizden beslenenler belli ki irademizi ve
ideallerimizi hedef alıyorlar…
Bir de bu
algının dini versiyonu tedavülde… Ahir zaman söylemi ile sürekli kötülükleri
sıralamak… Kıyamet alametlerinin dökümünü yapmak…
Bittik,
tükendik, yandık, helak olduk söylemi ile var olan umut kırıntılarını silmek ve
insanımızın tamamen sinmesine sebep olmak…
Kimse bizden
kötülüğün envanterini istemiyor, uzmanlık alanımız bu olmamalı… İyiliğin
egemenliğini gerçekleştirme, kötülüğün kökünü kurutma konumundayız…
Kıyamet
koparken bile elimizdeki fidanı dikme mükellefiyeti altındayız…
Kötülüklerin
spikerliğini yapmak kimseye bir şey kazandırmaz…
Felaket
tellallığının kendisi ümmet için bir felakettir…
Yozlaşma, çürüme, kirlenme karşısında
üzülebiliriz ancak biz çözüm üretmek zorundayız… Çünkü bizim devam eden bir
mücadelemiz var.
Bizden
beklenen yakınmak, sızlanmak, karalar bağlamak değil, ye’se ve yılgınlığa
fırsat vermeden sefere yoğunlaşmaktır…
Helâka
müstahak olanların listesini çıkarmak bize düşmez. Velev ki helâkı hak etmiş
olsalar bile… Bize düşen görev tevbe kapısının güneş batıdan doğuncaya kadar
açık olduğunu hatırlatmak ve toplumsal ıslah projelerimize öncelik vermektir…
Evet,
Allah’ın açık tuttuğu kapıyı kimse kapatamaz…
Toplumsal
analizlerimiz, gelecek tasavvurumuz azmimizi köreltiyor, heyecanımızı
bitiriyorsa kime hizmet ettiğimizi kendimize sormak zorundayız…
İslamcılığın
iflasından bahsedenler sanıyorum kendi iflaslarına gerekçe arıyorlar…
Olaylara
bakış açımız, okuma biçimimiz, değerlendirme yöntemimiz oldukça önemli… Toplum
mühendislerinin sübjektif telkinlerine karşı temkinli ve tedbirli olmalıyız…
Diyeceğim o
ki, kötülükler arızîdir, aslolan iyiliktir…
Kötülükleri
abartmayalım… Gidişattan dolayı yakınmayalım…
Yapmamız
gerekenleri ertelemeyelim… Sadece elimizden geleni yapalım… Nedense yakınıyoruz
fakat yapmıyoruz…
‘Bu
toplumdan bir şey çıkmaz’ diyen kendi çıkmazının faturasını halka çıkarıyor…
Tabii ki
tozpembe bir dünya yok ama hayatı kapkara görme ya da gösterme hakkımız da yok…
Yaşamımızdaki tüm artı ve eksilerle birlikte sınav
sürecimiz devam ediyor… Sorular beklemediğimiz yerden gelebilir ama bu dünyanın
sonu değil ki…
Bize umutsuzluk haramdır…
Geceden gündüzü, gündüzden geceyi… Ölüden diriyi,
diriden ölüyü çıkaran Allah’tır…
Allah’tan ümit kesmeye akidemiz izin vermiyor…
Allah’ın gönderdiği yüce Kur’an bizlere sürekli umut
yüklüyor… Öyle ki hatta Kur’an’ın bir ismi de “Umut Kitabı”dır diyebiliriz…
Kur’an’ı okudukça umutla aşılandığımızı göreceğiz…
Uhud umuttur… Sevr umuttur… Nil umuttur… Kızıldeniz
umuttur… Kuyu umuttur… Zindan umuttur… Asa umuttur… Gemi umuttur… Hatta Ashab-ı
Kehf’in uykusu bile umuttur…
Hz.Yakub (as) Yusuf’unu kaybetti, gözlerini kaybetti
asla umudunu kaybetmedi… Gün geldi Yusuf’una da, gözlerine de kavuştu…
Bu konuyu nebevi neşter ile noktalayalım:
Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edildiğine göre
Hz.Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
“Bir
kişi “insanlar helak oldu” derse biliniz ki bu kişinin kendisi herkesten daha
çok helak olmuştur.”(Buhari)
Evet,”helak olduk” söylemi karamsarlığa açılan
kapıdır… Kötülüğe yapılan katkıdır… İnananların kolunu kanadını kırmaktır…
Biz kendi küllerinden yeniden doğanlardan değil miyiz?
Közümüzü nefesimizle harlarız…
Rüzgârımızla küllerimizi savuracak, közümüzde güller
açacak, umutlar yeniden yeşerecektir…