Gerçekliğe çıkmak
“Doğru bilgi”ye ulaşmak insanlık tarihi boyunca farklı boyutlarda ve içeriklerde tartışma konusu olmuştur. Çünkü doğru bilgi, insanın eşya ile sahih ilişki geliştirmesinin temelini teşkil etmektedir.
İnsan eşyaya dair bilgiyi farklı
biçimlerde elde edebilir. Bunda tecrübe, akli çıkarsama, deneyleme başat
faktörler olarak görülebilir. İnsan dış dünya ile karşı karşıya kaldığında,
duyu organları ile eşyaya dair bilgiler ve resimler üretir. Fakat bunlar birer
algı düzeyinde olup, gerçekten bu bilgilerin eşyanın gerçekliği ile tekabül
edip etmediği ayrıca tartışılması gereken bir noktadır.
Eşyanın gerçekliğinin elde
edilebilmesi bu sebeple, sürekli denemelere maruz kalır. Dolayısıyla tek bir
kişinin algısı hemen bir gerçeklik olarak kabul edilemez. Söz gelimi; hangi
ağacın nerede yetişeceği, verimliliği deneyleme, tecrübe ve bilgi ile denemeler
sonucu elde edilebilir. Fakat sonuçların bile mutlak olduğunu söylemek bilimin
kendi doğası itibarıyla mümkün değildir.
Farklı bilgi düzeyleri ile
gerçekliğin elde edilmesine yönelik çabalar hep olmuştur. Nitekim burhani bilgi
düzeyi, akli bir “delillendirme” ve “olgusallık” üzerinde durduğu için üst
düzeydedir. Fakat retorik dediğimiz zaman, artık bizzat bilginin kendi tabiatı
itibarıyla doğruluğu değil, ikna, hitap vb. kavramlar devreye girer. Bir başka
deyişle, sözün doğruluğundan ziyade, sözün karşısındakini ikna gücü devreye
girmektedir. Safsata söz konusu olduğunda, mugalata gibi tekniklerle “doğru”luk
içerikte olabildiğince zayıflamaktadır. Söze ya da yargıya baktığınızda bir
yanlışlık görünmüyor gibi olsa da, indirgemecilik ve yüzeysellik aslında burada
zirve yapmaktadır.
Gerçekliğe dair çarpıtmalar insanlık
tarihi boyunca, farklı yöntemlerle hep gerçekleşmiştir. Çünkü bir takım
kişiler, daha fazla şey elde edebilmek adına büyük oranda retorik ile muhatabı
için gerçekliği çarpıtmıştır. Geçmişte bunun bir dönem “sihir”, “simya” ile
yapıldığını görmekteyiz. Ortaya renkli görüntüler ve göz boyamacılığı getiren
sihirbazlar kitlelerde bir etkileyicilik gücüne sahiptiler. Meselâ; Umberto
Eco’nun “Gülün Adı” romanında “simya” bu bağlamda okunabilir.
Elbette bugün de “gerçeklik” ve
doğru bilgi”nin önemli en yüksek düzeydedir. Bu konuda en temel yanılgılardan
birisi, özellikle gelişen dijital teknolojiye güvenerek ve yapay zekayı öne
sürerek insanlığın ilerlediği; dolayısıyla artık doğru bilgiye ve gerçekliğe
ulaşmanın sorun olmadığının düşünülmesidir.
Öncelikle tam tersi bir hüküm
cümlesini öne süreceğim. Gerçekliğe ve doğru bilgiye ulaşmanın önündeki en
büyük engel yine çarpıtmaların en çok yapılabildiği dijital teknolojiden
gelmektedir. Çevrenize bakarsanız, yüzeyselleşmenin ne kadar yayıldığını
hissedebileceksiniz. Üstelik bu bölgesel bir sorun olmayıp, küresel bir
hastalık olarak yayılmıştır bile.
İşte burada iki önemli nokta var.
Birincisi, insanlar artık ekranlarda yaşamaktadır. Ekranlardan alınan
beğenilerden insanların ekranda geçirdikleri süre ve buradan aldıkları
propaganda çerçevesinde hayatlarını kurmaya çalışmalarıdır. Baudrillard,
bugünün sorununun gerçekliğin yeniden ve yeniden üretimidir diyordu. İşte
ekranlarda üretilen gerçeklik, hayata dair bir çarpıtmayı da içermektedir.
İkincisi de, ekranların artık bir propaganda aracına dönüşmesi, küresel
kapitalizm ağı düşünüldüğünde son kertede epistemolojik bir homojenlik üretmeye
çalışmaktadır. Artık dizilerin ve filmlerin bile reklama dönüştüğü bu ortamda
(media), retorik üslup insanları tüketime ve bir hayat tarzına “ikna” etmeye
çalışmaktadır.
Gerçekliğe ulaşmak için bunların
dışından da hayata bakmak gerekiyor ki, gerçekliğe çıkılabilsin.