Gerçek yöneticiler!
Beşiktaş Kaymakamı Sayın Önder Bakan, Etiler Anadolu Lisesi’nde katıldığı bir etkinlik sırasında o an orada bulunan öğrencilerden biri fenalaşıp bayılıyor. Bayılan öğrenciye müdahale etsinler diye dönüp 112’yi arayın talimatı vermiyor. Okul idaresine dönerek “Sizin ilk yardım ekibiniz kim, çağırın bakayım; bayılan öğrenciye müdahale etsinler” de demiyor. Ya da kendi bildiği/tanıdığı bir sağlık çalışanını da arayıp teknik destek istemiyor. Direkt kendisi olaya müdahil olup, bayılan çocuğa ilk müdahaleyi yapıyor. Bununla da yetinmiyor, toplum olarak hepimizin takdirini toplayan davranışta bulunuyor; takım elbisem kirlenir, karizmam çizilir, prestijim sarsılır demeden ilk müdahalenin ardından çocuğu kucaklayarak kalabalık ortamdan uzaklaştırıyor, sakin ve gölgelik bir alana alıyor. İnsan izlerken “İşte gerçek yönetici, helal olsun!” diyesi geliyor. Sanırım birçok vatandaşımız içinden, benim dediğim gibi “Allah böyle idarecilerimizin sayısını arttırsın” diye geçirmiştir.
Değinmeden
geçmek isterdim ama sanırım bu satırlara dökmezsem, vicdanen kendimi suçlu
hissedeceğim. Bir yandan karizmam çizilir, kıyafetim kirlenir demeden, bayılan
öğrenciyi kucağına alan, müdahale eden kaymakam, diğer yandan kendisine hoş
geldiniz diyerek el uzattığı sırada “haddini bil” diye öğretmeni azarlayan
kaymakam… Her ikisi de kaymakam! Ama arada dağlar değil, yüzbinlerce dağlar
kadar fark var, değil mi? Demem o ki, bir makama namzet olup elde etmek,
oturmak, yetkilerini kullanmak yetmiyor; bizi biz yapmıyor! Asıl bizi biz yapan
değerler üslubumuz, yaklaşımlarımız, takındığımız tavırlar, sergilediğimiz
davranışalar, sunduğumuz bakış açıları, vizyonumuz, baktığımız penceredir.
Vaktiyle,
oğlunun yaptığı her yaramazlığa ve yanlış işlere sinirlenen baba, kendisine
yönelik “Senden adam olmaz oğlum!” dermiş.
Belli bir süre sonra bu çocuk, okuyup vali olmuş ama babasının söylediği söz
her zaman kulağında ve aklının bir köşesindeymiş. Derken kendi memleketine vali
olarak atanmış. Göreve başladığı ilk gün babasını ayağına, makamına kadar
çağırtıp “Bak baba, bana senden adam
olmaz diyordun; gör bak vali oldum!” dediğinde babası ise “Evladım, ben sana sen kaymakam veya vali
olamazsın demedim, sen adam olamazsın dedim. Nitekim adam olsaydın, babanı
ayağına kadar çağırtmaz, sen babanın ayağına giderdin” demiş ve ortamı terk
etmiş. Bu temsilde verilmek istenen mesaj, yukarıda değindiklerimdir esasında;
takındığımız, sergilediğimiz, gösterdiğimiz ne varsa bizi, kişiliğimizi ve
karakterimizi ortaya koyar.
Oysaki
insanoğlu ne de çok yanılır; sahip oldukları makam ve mevkiinin, şan ve
şöhretin, para ve saltanatın kendi kişiliğini veya karakterini yücelttiğini
zanneder. Oysaki yanılır; makama güç katan yöneticiler güçlü, makamdan güç alan
yöneticiler zayıftırlar!
Yukarıda
iki farklı kaymakam örneği sundum. Kamuoyunun artık yakından tanıdığı ve ne
yazık ki “öğretmeni fırçalayan kaymakam” olarak hafızalara yer edinen kaymakam
var ya, sizce özür dileyerek doğru olanı yapmış mıdır?
Şahsen
ben özür dilemesinden öte, özrü nasıl dilediği ile ilgilendim. Kendi makamına çağırarak
mı özür diledi yoksa okula gidip ilgili öğretmeni ziyaret ederek mi gönlünü
aldı? Okula giderek bunu yapması doğru olan davranış olurdu ki kaymakam bey de
bunu yapmış. Şayet makamına ilgili öğretmeni çağırıp gönlünü almış olsaydı bir
yanlış davranışı daha sergilemiş olurdu.
Keza
Beşiktaş Kaymakamı Önder Bakan Bey için de geçerli. İsteseydi o an oraya bir
yığın sağlık ordusu toplayamaz mıydı? Veya öğrenciyi taşıyıp götürecek yüzlerce
kişi bulamaz mıydı? Müdahale edecek birilerini bulup sağlığına kavuşmasına
vesile olabilirdi belki ama o en doğru davranışı yaparak, bizzat kendisi
öğrenci ile ilgilenerek takdirleri toplamadı mı? Diğer seçenekleri yapsaydı
takdiri toplar mıydı, elbette ki hayır!
İşte bu
nedenle bir makama gelen insanların bulundukları makam veya mevkiden ziyade sergiledikleri
tutumları, davranışları, olaylara yaklaşımları, yaşananları yorumlamaları çok
daha önemli olup hem kendi kişiliklerine hem de temsil ettikleri kurum
kültürüne değer katmakta.
Egosuyla,
ihtirasıyla, kaprisleriyle, kişisel çıkarlarıyla, küçük hesaplaşmalarla iş
gören yöneticiler elbette ki bir gün yok olmaya doğru yol alacaklardır.
Ne
mutlu tevazu sahibi yöneticilere, mütevazı liderlere!