Gerçek İslâm hangisi?
Okuduğum kitaplar, televizyon ve sosyal medyadaki serbest piyasaya baktığımız zaman, belirgin bir şekilde hele Ramazan ayında daha da yoğunlaşan “gerçek din bu”, “hurafeden arındırılmış İslam”, “Kur’an’ın İslamı” vb. türden çoğaltabileceğimiz dini söylemlerle karşılaşırız. Bu söylemlerin ortak olarak iddiaları; “gerçek islam’ın” kendilerinde olduğudur.
Peki bunlardan hangisinin “gerçek islam” olduğuna kim karar verecektir? İslam dininde papalık gibi dini bir otorite olmadığına göre, bu iddiaların herbiri ile ilgili nihai karar verici bir merci bulunmamaktadır. Bu durumda her bir iddia sahibinin “gerçek islam” iddiaları, onların kendilerini durdukları yerden (mezhep, cemaat, kişisel görüş vb.) anlamlı kılmaktadır. Bu iddiaların öznelerarası bir geçerlilik kazanabilmesi için her bir iddianın kendisini “haklılık” iddiasının ötesinde temellendirmesi gerektiğine işaret eder.
Şimdi bu iddiaları hakikat, çoğulculuk ve yorum anahtar kavramları etrafında analiz ederek değerlendirmeye çalışacağım. İlkin, İslam’da mutlak hakikat ontolojik anlamda Tanrı’dır. İnsan sınırlı bir varlık olarak ne Tanrı’nın mahiyetini, ne de eşyanın bütünsel hakikatini epistemolojik olarak bilemez. Bu kabullerin ardından meseleye yaklaştığımız zaman, çoğulculuk önce epistemolojik sonra da sosyal (yatay) düzlemde bir gerçek olarak karşımıza çıkar.
Bu bağlamda dünyayı ve insanı çok farklı anlama ve açıklama düzeyleri ile bilgisel temellendirmelerden bahsetmek mümkündür. Dolayısıyla farklı din, ideoloji felsefi düşünceler çoğulculuğun bir gereği olarak vardırlar. Fakat bizim burada konumuz İslam içi farklılıklar ve anlama düzeyleridir. Bu noktada da bir çoğulculuktan bahsetmek, işin doğasına dair tartışmaları derinleştirdiğimizde karşımıza çıkar.
İlkin, Tanrı mutlak hakikat olmakla birlikte, bunun sosyal alandaki yansımaları kesrettedir. Bunun anlamı, çok farklı düzeylerde “hakikat”in tecrübe edilebileceğidir. Dolayısıyla bu durum, sadece akılla değil diğer bilgi enstrümalarıyla tecrübe yaşanabileceğini kabul ettiği gibi, bu tecrübeyi farklı toplumsal katmanlara doğru da açar. Bu işin birinci noktasıdır.
İkincisi, bugün islamı anlamanın konusu kılmak üzere müracaat edilen kaynaklar Kur’an ve sünnet gibi metinlerdir. Bu metinleri yüzyıllardır okuma ve anlama faaliyeti devam etmektedir. Bu faaliyetlerden birçok mezhep, cemaat, fırka, görüş, anlayış ortaya çıkmıştır. Bunların hepsi bir yandan ilk kaynağa referansla kendini inşa ederken diğer yandan içinde bulunduğu dönemin tarih, kültür, siyaset ve ekonomisi ile etkileşim içinde tebellür etmiştir. Bugünkü yorumlar da bunun bir istisnası değildir.
Her bir dini anlayış, son kertede bu metinleri bugünkü şartlar, birikimler, bilme tarzları, siyasalar çerçevesinde muhatap olduğu metni yorumlama faaliyetinden ibarettirler. Dolayısıyla bugün “gerçek islam” şeklindeki iddiaların hepsi, İslam’ın (hakikatin) bizzat kendisini değil İslam üzerine bir yorumu ifade etmektedirler. Tüm farklı yorumlar, İslam üzerine düşünmek ve konuşmak faaliyetinin birer sonucudurlar. Bu bağlamda “gerçek islam”ın kendisinde olduğunu savunan her bir anlayış, gerçekte hakikatin kendisinde olduğunu iddia etmesi sebebiyle dogmatik bir nitelik kazanacaktır. Bunlar ayrıca islamı temsil ettikleri iddilarını, bir temsil problemi olarak da açıklamalıdırlar.
Belirttiğimiz iddialar iki önemli sonuca yol açmaktadır. Birincisi, islam gündelik hayatta bir sopa olarak konumlandırılmakta ve herkes bir diğerini bununla dövmeye çalışmaktadır. İkincisi de, mevcut manzara tarafların sermaye birikimini (bu ilmi bir sermaye değil, bildiğimiz maddi sermayedir) sağlamak üzere “İslam”ı piyasanın temel bir ürünü haline getirmektedir.