Gerçek gerçeklikten kopunca
İnsanoğlu hayatını eşitlemeler yaparak sürdürür. Eline
aldığı bir şeyi (fenomeni, kavramı, eşyayı) beğendiği durumda, ona bir
gerçeklik olarak sarılır. Onun bir gerçeklik olma ihtimali de vardır. Ancak
gerçeklikle onu bir kez eşitleyince, artık gerçeklik donar ve bir müddet sonra
yeni soru(n)lar etrafında açımlanamayınca cevapsız hale gelir ve nihayetinde
gerçek gerçeklikten kopar.
İnsan birçok yetilere
ve niteliklere sahiptir. Bunlardan bir kısmı kendisi için bir atılım ve aynı
zamanda hayatını sürdürme imkanı sağlarken, bu araçlar bazan kendisi için önünü
tıkayıcı işlevler de görürler. Gündelik hayatın bilgisi ve hafıza her sabah
kalktığınızda “yeni baştan” yaptırmaz size. Bildiğiniz ve öğrendiğiniz şeyler,
bu bağlamda hayatınızın idamesini sağlar. Öte yandan hayatın rutine boğulması
da bir sıkıntı yarattığından, bunların dışına çıkarak farklı şeyler yapmak da
istersiniz.
Fakat asıl üzerinde durmamız gereken nokta, insan için
düşünsel açılımlardır. İnsanlık tarihin farklı zamanlarında çok farklı
sorunlarla karşılaşmıştır. Bunları çözmek adına düşünceler geliştirerek yoluna
devam eder. Öyle ki, bazan bir dönemde bir ideoloji, din, düşünce, felsefi
görüş tam da böyle bir açılım imkanını sağlamak noktasında işlevsel olabilir.
İnsanlığın muztarip olduğu sorunları çözmek konusunda başarı gösterebilir.
Gerçekte burada başarılı olan şey o ideoloji, düşünce ve
dinin ruhu ile soru(n)lara cevap verme kapasitesidir. Düşünce, fikir ya da din
uygun tarihsel koşullar ile düşünsel açılımlarla birleşince bir açılım da
heyecanla kendisini gösterir. Fakat insanlar aslında o düşünce, ideoloji ya da
dinin ruhuyla değil de, açılım gösterdiği andaki “başarı formu”nu
sahiplendiklerinde ve sürekli geleceğe doğru taşıyarak bununla açılımları devam
ettireceğine inandıklarında çuvallar. İşte ideoloji, din ya da düşünceye olan
katı bağlılık ve dogmatiklik de bu andan itibaren başlar.
Bugün ideoloji ya da din ve düşünce farketmeksizin,
insanlığın genel durumu bir kere ait olduğu dine ya da ideolojinin yakın veya
uzak bir tarihsel formuna bağlanmaktan ibarettir. İçinde yaşadığımız coğrafyaya
dikkatlice baktığınızda, farklılıkların kendilerine aidiyet nispet ettikleri
düşünce, din ya da düşüncenin ruhu ve bugünü de karşılayacak bir bilgi birikim
ve cevaplardan yoksun olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Herkes “en iyi”
kendisi olduğunu söylüyor, ancak sadece slogandan ibaret.
Marks kendi döneminde gelişen kapitalizm, sanayileşme ile
birlikte yaklaşan bir tehlikeyi görmüş ve bunun üzerine ideoloji geliştirmişti.
O günden bu yana dünyada önemli heyecanlar uyandırdı. Fakat tarihsel
gerçekleştirim ve örneklikleri “insan”ı karşılayamadı. Görebildiğim kadarıyla
solcuların heybelerinde satmaya çalıştıkları tarihsel formlar dolu. “Sol” bugün
insanlığın muztarip olduğu sorunlara ne kadar değebiliyor meselâ?
Müslümanlar da aynı şekilde çoğunlukla İslam’ın ruhunu
kaybetmelerine ek olarak içinde yaşadığımız sorunlara cevap üretebilme
konusunda son derece yetersizler. Müslümanlar “İslam her derde deva” sloganıyla
yollarına devam edeceklerini düşünüyorlar. Halbuki İslam’ın ruhunu çağın bilgi
ve birikimleriyle buluşturarak bugüne dair bir form önermek durumundalar.
Hz. Peygamber (SAV) gelmeden önce Mekke’de Hz. İbrahim’den
(AS) kalan bir tarihsel formu üstelik de bozulmuş olarak vardı. Kur’an bir
öneri olarak çağa geldiğinde “kölelere özgürlük”, “iktisadi yapının düzelmesi”,
“statükoculuğun reddi” ile çok geniş bir şekilde “insan”a değdiği için başarı
kazandı. Yani gerçeklik, hayatiyet kazandı.
Şimdi farklı düşünsel taraflar “gerçekliği” bulmak üzerine
değil, tahakküm kurmak üzerine yol almaya çalışıyorlar. Dolayısıyla ellerinde
“gerçeklik” adına sundukları şey, zaten gerçeklikten kopuk. Gerçeklik için
kendimizi öncelikle yeniden inşa etmeye hazır mıyız? Değilsek konuşacak çok
fazla bir şey yok.