Genel kabul görmüş teoriler !
Belirli sayısal teknik teoriler dışında özellikle sosyal bilimlerle alakalı Batı tandanslı “genel kabul edilen teorilerin” çoğuna şüphe ile yaklaşırız. Çünkü bu teoriler, Oryantalist söylem ile bizim gibi “halkanın dışındaki hedef ülke/milletlere” bilim maskesiyle yutturulmuş, merkezinde Batı ülkelerinin üstünlük ve çıkarını önceleyen teorilerdir.
Birçok ülkede olduğu gibi sıkıntılı bir ekonomik süreç
yaşıyoruz. Sıkıntı her dönemde olabilir, olacaktır. Bu sıkıntılara karşı alınan
tedbirler önemli.
Ekonomi Bakanı başta olmak üzere her hükümet yetkilisi
ısrarla, “Serbest piyasa ekonomisinden vazgeçilmeyeceğine ” dair açıklama
yapmaları enteresan.
Muhalefette ise “genel kabul görmüş ekonomik adımların
dışına çıkıldığı için kriz var” diyerek, hükümeti suçlamaktan başka hiçbir
teklifi olmayan parti başkanlarıyla dolu ortalık. Hatta bazılarının kriz
derinleşsin diye ellerini ovuşturduğu bile görülüyor. “Genel kabul görmüş
teori” dedikleri, emperyalist küresel sistemin belirlediği kurallara göre
oynamak olduğunu da tekrar hatırlatayım.
Halbuki, “genel kabul görmüş ekonomik kurallara” riayet eden
ve hatta o kuralları koyup dünyaya dayatan Batı ülkeleri de dahil, dünyada
genel bir ekonomik daralma var ve her ülke kendi cürmü kadar o sıkıntıyı
çekmekte.
Dünyada ağırlıklı olarak “genel kabul gören” ekonomik düzen,
emperyalist egemen sistemin kendi sömürü çarkını döndürmek ve asıl olarak
güçlüyü ayakta tutan, zayıfın yıkılmasını sağlayan sistem olarak zaten başlı
başına eşitlik ve adalet mefhumuna ters sistem.
Yani sorunun teşhisi doğru şekilde yapılmadığı için tedavi
de doğru olmuyor.
Parası olanın istediği şekilde piyasalarla oynadığı,
isteyenin istediği ürüne istediği fiyatı biçtiği, cemiyetin refahını değil,
ferdin/bireyin refahını öne alan liberal ekonomi-serbest piyasa ekonomi modeli…
Fakir daha da fakirleşirken o meşhur sömürgeci repliğiyle
“krizi fırsata çeviren” seçkinlerin daha da zengin oluğu bir sistem. Serbest
piyasa değil, zayıfı koruyan müdahaleci ekonomi modeli gerekli.
Para gücüyle üstünüze gelen saldırıya para gücüyle karşılık
verecek durumda mısınız?
Değiliz. Kaldı ki tarih boyunca maddi güce başkaldırışımız
devlet ve fert/birey olarak, manevi gücümüzle oldu her zaman.
Maneviyat! Sabır, şükür, kanaat, paylaşmak, dayanışmak, ulvi
bir gaye yolunda yaşamak ve yaşatmak…
Tabi ki ferdin/bireyin, inancından yaşam tarzına tüketim
alışkanlıklarını değiştirmeyi hedefleyen kültür emperyalizmi bu modelin
görünmez ve pek dile gelmez başrol oyuncusu.
Burada, mevcut ekonomik sıkıntıda “millet sabretsin, kanaat
etsin” şeklinde bir söylemde bulunmayacağım.
O duruşu sağlayacak sistem mi var, o fedakarlığı aşılayan
eğitim mi var, o dayanışma ile vatan millet diyen sosyal ortam mı var?
Batı yaşam tarzı maddeyi, maddiyatı, bireyselliği, bencilliği,
ferdin kendi mutluluğunu her şeyden önde tutmasını dayatıyor, biz de aldık
paşalar gibi, nesilleri bu model ile yetiştiriyoruz.
Sıkıntıda “sabredin” deme hakkı olur mu bu halde?
Öte yandan, zaten asıl fedakarlığı, halk değil, kalabalıklar
değil, ucu ucuna yaşayan kitleler değil, bu sene yine yüzde seksen arttığı
açıklanan milyonerler, zenginler, elit kesimler, tuzu kuru olanlar, gelir
dağılımında pastadan büyük payı alanlar yapmalıdır.
Milletin sırtından yükü almak için asgari ücretliye yaptığı
gibi memur-emekli ve diğer çalışanlara da benzer artırımlar yapacak olan
hükümetin, özellikle bu sene, temel yaşam gereçleri ekmek, su, elektrik, doğal
gaz ve temel gıda maddelerinde zam yapmaması ve gerekirse bütün yükü devlet
olarak üstlenmesi gerek. Bu hassas süreç bunu zaruri kılıyor.
Bizim kriterimiz hiçbir zaman ekonomi olmadı, olmayacak. Ama
millete ne verildiyse karşılık olarak da o alınır.
Batı merkezli “genel kabul görmüş” ne iktisadi, ne hukuki,
ne ahlaki ne de siyasi teoriler bize uymuyor, uymayacak. Çünkü Batı’nın “genel”
ifadesinin içinde biz yokuz !
Bu sistem bizim inancımıza, kültürümüze, yaşam tarzımıza
uygun değil. Ve gelecek bu sistemle inşa edilemez.